TarihYazılar

AYAKTA KARŞILANAN ÖLÜM :  HALİD BİN VELİD

Tarihte herkesin kendine rehber olarak gördüğü kişiler, keşke o zamanda doğmuş olsaydım da bu olayı gözlerimle görseydim dediği hadiseler mutlaka vardır. Bu ayki yazımda çok sevdiğim bir arkadaşımın kahramanı haline gelmiş adını duyunca bile duygulanıyorum anlat da birde senden dinleyelim dediği bir isimden bahsetmek istiyorum. Büyük komutan girdiği her savaştan galibiyetle ayrılmış Peygamber Efendimizin kendisine Seyfullah (Allah’ın Kılıcı) unvanını verdiği Halid Bin Velid…

Halid bin Velid, Hicretten 35-39 yıl kadar önce (583-587) Mekke’de doğdu. Annesinin adı Lübabe, babası ise Mahzum kabilesinden Velid bin Mugire’dir. Ailesi askeri konularda uzmanlaşmış, imtiyazlı bir Kureyş kabilesidir. Hâlid doğumundan sonra, Mekke’deki geleneğe uyularak temiz ve sağlıklı bir iklimde yetiştirilmek üzere çöldeki bir ailenin yanına verilmiş, beş altı yaşına ulaşınca Mekke’ye ailesinin yanına dönmüştür.

Halid Bin Velid, Müslüman olmadan önce müşriklerin en büyük komutanlarından biriydi. Bedir Savaş’ına katılmamış fakat Halid’in kardeşi Velid, Bedir Savaşı’nda Müslümanlara esir düşmüştü. Fidye karşılığı serbest kalıp Mekke’ye dönen Velid’in Müslüman olduğunu öğrenen Halid, kardeşine çok sinirlenmiş ve onu hapse atmıştır. Ölümü göze alarak hapisten kaçan Velid, Medine’ye Hz. Muhammed‘in yanına gitmiş ve ona sığınmıştır. Bu durum Halid’in öfkesini arttırmış Uhud savaşında Müslümanlara karşı savaşmıştır. Peygamberimizin Ayneyn Tepesine yerleştirdiği ve ben emir verene kadar yerinizi terk etmeyin dediği okçuların savaşın sonu gelmeden galibiyet coşkusu ile ganimet peşine düşerek yerlerini terk etmeleri Halid Bin Velid’e savaşın başından beri beklediği hamleyi yapma fırsatını vermiş ve Müslüman ordusuna arkadan saldırarak savaşın seyrini değiştirmiştir. Buna rağmen savaşta galip bir taraf yoktur. Bu savaştan sonra Hendek Savaşı’nda son kez Müslümanlara karşı savaşmıştır.

Müslümanlara karşı girdiği her savaşta içinde bir huzursuzluk hisseden Halid Hendek Savaşı’nın ardından kardeşinin gönderdiği mektubu okuyunca Müslüman olmaya karar verdi.  Osman b. Talha ve Amr b. Âs ile birlikte 629 yılında Medine’ye gidip  Mescid-i Nebevî’de Hz. Peygamber’in huzurunda kelime-i şehâdet getirerek Müslüman oldu. Bunun üzerine Resulullah, “Seni doğru yola ulaştıran Allah’a hamdolsun! Seni yalnızca hayra ulaştıracağını umduğum bir aklın olduğunu biliyorum” dedi. Hâlid, günahlarını bağışlaması için Allah’a dua etmesini kendisinden isteyince Hz. Peygamber, “İslâmiyet daha önceki günahları siler” cevabını verdi. Hâlid öyle de olsa dua etmesini isteyince Resûl-i Ekrem aynı cevabı tekrarladı. Bu cevaba rağmen, “Öyle de olsa Ya Resulullah dua buyursanız” deyince Hz. Peygamber, “Allahım! Daha önce yaptıklarından dolayı Hâlid’i bağışla!” diye dua etti.

Hâlid Müslüman olduktan sonra üç yıl kadar Hz. Peygamber’in emrinde ve sohbetinde bulundu. Müslüman olarak katıldığı ilk savaş Mute savaşıdır. Hâlid bu savaşta, İslâm ordusunu Bizans ordusunca imha edilmekten kurtardı. Medine’ye dönünce Resûl-i Ekrem kendisine “Seyfullah” (Allah’ın kılıcı) unvanı verdi. Mekke’nin fethinde (11 Ocak 630), dört kol halinde şehre giren İslâm ordusunun sağ kol birliğinin kumandanlığını yaptı.

Peygamber Efendimiz ’in ahirete teşriflerinden sonra Hâlid bin Velid gerek Hz. Ebû Bekir gerekse de Hz. Ömer’in hilafetleri zamanında ordu kumandanlığı vazifesine devam etti. Onun komutasında savaşan İslam ordusu hiçbir savaşı kaybetmemişti. Bu şanı İslam düşmanlarının kulaklarına yerleşmiş ve kalplerine büyük bir korku salmıştı. Fakat Müslümanlar arasında artık, “Hâlid’in girdiği savaştan mutlaka galip çıkarız.” gibi fikirler iyice yer etmeye başlamıştı. Bilhassa Hz. Ömer zamanında artık İslam askeri, Hâlid bin Velid komutasında savaşmayı, savaşı direkt kazanmak olarak görmeye başlamıştı. Hz. Ömer, İslam askerinin hâlini fark etmiş ve bundan tedirgin olmuştu. Çünkü yeryüzünde her iş Allah’ın takdiri ve kontrolüyleydi. Müslümanların gaflete düşerek, Allah’ın yardımını unutup bütün galibiyeti Hâlid’e yüklemelerinden çekinmekteydi. Bu sebeple, Hz. Ömer, bir insanın yalnız başına her şeyi yapmaya muktedir olmadığını göstermek için, Hâlid’i kumandanlıktan azlederek yerine Ebû Ubeyde bin Cerrah (r.a.)’ı tayin etti. Bu emir Hâlid’e bildirildiğinde, büyük kumandan nefsine karşı verdiği savaşta da galibiyetini gösterircesine, karara hiç itiraz etmedi ve Hz. Ömer (r.a.)’ın kararını hemen kabul ederek Hz. Ebû Ubeyde’nin emrine girdi. Komutanı, kumandanı olduğu orduda artık bir asker olarak savaşacaktı. Bu yaşananlar, gelecek nesiller için adeta bir örnek teşkil ediyordu. Yenilmez komutan, Hz. Ömer’in büyük bir incelikle farkına vardığı durumu anlamış ve kendisini komutanlıktan almasına hiçbir şekilde karşı çıkmamıştı.

Müslümanlığından önce ve Müslümanlığından sonra bütün bir ömrünü at üzerinde savaş meydanlarından geçiren Hâlid bin Velid Hicret’in 21. yılında, Humus’ta hastalandı. Yatağında yatar vaziyette ahirete göçmeyi beklerken bütün ömrünü cenk meydanında geçiren koca komutan gözyaşları içindeydi. Yanında bulunan silah arkadaşlarına seslenerek kılıcını istedi. Kılıcının kabzasını tutarak, tüm içtenliğiyle sevdiğini okşar gibi onu okşadı. Sonra kılıcına eğilerek kulağına bir şeyler fısıldadı: “Nice kılıçlar parçalandı elimde. İşte, sen, benim ölümümü görecek olan son kılıcımsın. Beni böylesi mahzun eden, hayatı hep savaş meydanlarında geçmiş, yatak yüzü görmemiş bu Hâlid’in, yatakta ölüyor olması.” “Ey ölüm” diye seslendi Hâlid bin Velid, “Seni her zaman, harp meydanında, atımın üzerinde, düşmana Allah için kılıç sallarken, şehit olmak için bekledim.” Onca duasına rağmen, ölüm onu cenk meydanında bulmamıştı. Son demlerinde dudaklarını kıpırdatarak şöyle diyordu: “Şu kadar savaşta bulundum. Vücudumda kılıç, mızrak, ok yarası bulunmayan bir tek karış yer yoktur. Fakat görüyorsunuz ki, yatağımda ölüyorum. Korkaklar dünyada rahat yüzü görmesin!”

Ve sonra Allah’ın Kılıcı, Yermük Savaşı’nı hatırlayarak buyurdu:

“- Ah Yermük günü! İnsan kanlarının vâdide sel gibi aktığı Yermük! Şiddetli bir kırağının olduğu gece, gökten boşanan yağmura karşı, kalkanımın altında gecelediğimi unutamıyorum. O gece Muhâcirlerden kurulu akıncı birliğimle baskın yapmak için sabahı zor etmiştik. Ah Yermük harbi! Üç bin yiğitle, yüz bin kâfire karşı zafer kazandığımız Mûte’yi bile unutturdun! Ey yakınlarım! Cihâda sarılın! Bu topraklar ancak cihâd etmekle korunabilir. Yermük, Rumlarla yaptığımız ilk büyük savaştır. Bundan sonra, daha nice savaşlar birbirini takip edecektir. Sakın gaflete düşmeyin! Şimdi, kendimi at kişnemeleri arasında, Allah Allah nidâlarıyla insanlara dar gelen Yermük Vâdisi’nde hissediyorum. Vallahi Rabbimden, beni her gazâda diriltmesini ve o savaşın hakkını vermeyi isterim.”

İyice kuvvetten düşen Hâlid bin Velid, “Beni ayağa kaldırın!” diye buyurdu. Bir müddet sustuktan sonra, “Vasiyetimi bildiriyorum, beni ayağa kaldırın” diyerek tekrarladı sözünü. Yanındakiler koluna girerek, koca komutanı ayağa kaldırdılar. Hâlid bin Velid son sözlerini söylüyordu: “Beni bırakınız! Şimdiye kadar hep taşıdığım kılıcım, artık beni taşısın. Ölümü, savaştaymışım gibi ayakta karşılayacağım. Öldüğüm zaman, atımı, savaşta tehlikelere dalabilen bir yiğide veriniz! Atım ve kılıcımdan başka bir şeye sahip olmadan öleceğim. Mezarımı, bu kılıcımla kazınız! Kahramanlar kılıç şakırtısından zevk alır.” Bu son sözlerden sonra yatağa doğru düştü ‘Seyfullah’. Kelime-i Şehâdet getirdi ve gözlerini kapadı.

Büyük komutanın söylediği başka bir söz ile yazıma son vermek istiyorum. Bir adam; Halid bin Velid’e  “Falanca adam senin hakkında konuştu” deyince: Halid “Kendi sayfasıdır istediği ile doldurur” demiştir.

Bazı insanların hayatları gibi ölümleri de bize rehber olur. Ardınızdan konuşanın kendi defterini doldurduğunu, yiğitçe yaşayanın yiğitçe öldüğünü unutmayalım ve bunları bilerek hayatımızı şekillendirelim. Tarihin sayfalarına adını altın harflerle yazdırmış şahsiyetleri arada şifa niyetine anmak sizce de gönüllerimize iyi gelmez mi?

Sevgiyle

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu