Kültür - MedeniyetYazılar

Fenomenleşmek, Muasırlaşmak, Yamyamlaşmak

Yazıya “login” olduysanız “start” verelim…

 

Böyle vaziyetin içine soktuğunuz insanların ruh hallerini bizim köylü Selah dayıyla benzerlikleri sebebiyle akrabalıklarının bulunduğunu düşündüğüm Freud gelse adam edemez. Bu yabancı olan herhangi bir şeye duyulan ilginç meraka dair serzeniş, bir futbolcumuzun taraftar tarafından ıslıklanması sonrası yaptığı: “Adım Umutinho olsaydı durum çok daha farklı olurdu.” açıklamasıyla insanların zihninden şöyle bir slalom yaparak geçmiştir.

 

Neyse “down” olmayalım. Yabancı merakını kendi yöresel unsurlarımızla birleştirdiğimiz alanlar da yok değil. Sevgili Serdar Ortaç Avrupa Birliği ile müzâkere sürecinde ülkesini sanat alanında temsil etmek fakat bunu güzel dilinin kendisine sunduğu fonetik imkanlarla yapmak adına şöyle bir şarkıyla radyoların TOP 10 listelerini alt üst ediyor, tabii o zamanlar konsept mekanlar olmadığı için kıraathanelerde, çay ocaklarında, bilimum pastane ve muhallebicilerde bangır bangır çalınıyor, dinleniyordu:

Je t’aime ille de je t’aime

Emret, uğruna dağları aşıp gele’m

Je t’aime ille de je t’aime

Emret, önünde diz çöküp aşka gele’m

 

Kabul edin melodisiyle okudunuz. İşte böyle büyük sanatçıydı Serdar Ortaç. Sonra da İslam’ı yayma çalışmalarına girip bir yabancıyla evlendi, son durum nedir ben de bilmiyorum.

 

Yabancıya olan merak elin Yeni Zelanda’sından gelip mevsimlik işçi olarak Kadıköy’de İngilizce kurslarında çalışan arkadaşlarda da kendini gösterdi. Adam gurbete çalışmaya gelmiş, başlık parasını denkleştirdiği an Wellington’daki yavuklusuna kavuşmak için tren bileti kovalayacak ama memleketin yabancı merakına yenik düşüyor. Tabii bunu duyan Wellington’daki hatun da ucu yanmış mektupları Kadıköy’e geri gönderiyor.  Ey Türk erkeği, sözüm sana: Anzaklarla mücadelen bitti mi sanıyorsun?

 

Kahve, Olimpiyat meşalesi ve masada bir kahveyle on saat oturmak düzleminde kaybettiğimiz arkadaşlarımıza bir çift sözüm var: “Check in yaptıysanız kalkın.” Kardeşim sizin ananız babanız: “Onu ben sana evde yaparım.” demiyor mu? Doğal olarak “bff” ile karton bardakların birleştirilip sosyal medyaya İngilizce “post” atmak daha çekici geliyor, anlıyorum ağam. Ayrıca beni wratis’in çekilişlerine etiketleyen arkadaşlar görüyorum, yapma ablacım. Ben ne anlarım o işlerden.

 

Önce bi “calm down” hemşerim. Bunun tüm suçlusu bu çocuklar mıdır? Sen lise yıllarında “empi3” dinlemedin mi? Hatta “vayfi”ye de bağlanıyorsundur belki. Bu nesil sırf bu yüzden THE 100’ü “dı yüz” diye okuyor. Bak yazarken de öyle yazmışım. Şimdi fark ettim. Fak be fakk… Yani lanet olsun.

 

Adamın biri demiş ki: “Ne Batıyı tanıyoruz ne Doğuyu… En az tanıdığımızsa kendimiziz. Biz Müslümanlığından, Doğululuğundan, Türklüğünden utanan, tarihinden utanan, dilinden utanan şuursuz bir yığın haline geldik…” Sosyal medyada semazen silueti ile Mevlana’ya ait olduğunu öğrendiğimiz bu söz esasında Cemil Meriç’e ait. İçinde bulunduğun kimliği, aidiyetini anlamanın en kestirme yolu önce kendini keşfetmek. “Ben yemek seçmem.” demek “hanımın elinden zehir olsa yerim” demek değil, nelerden hoşlandığını henüz bilmiyor olmanın bir başka adıdır. Abi tamam sen yine de yengeyle arayı bozma, ye de çöpe gitmesin.

 

Herhangi bir şeyde “en” olamayan bireylerden kurulu bir topluma “kendini keşfet” demek önce içinde bulunulan topluma haksızlıktır. Soru sormayı bilmeyen, soru sormaya çekinen insanlardan kuruluysak verdiğimiz hiçbir cevabın hükmünün olmadığını da bilmemiz gerekir.

Neyse şimdi siteyi mühürletmeyelim. Çok takmayın, soda için. Ha ayrıca “like”layıp “share” etmeyi de unutmayın.

Zülfikar Suncak

2 Yorum

  1. Uzun zamandır okuduğum en eğlenceli ve uyandırıcı yazıydı. Yazar beyin kalemine sağlık, Nasrettin Hoca gibi olmak önemlidir, güldürürken düşündürmek büyük bir meziyettir. Tebrikler… 🙂

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu