Yazılar

Bir İzmit Hikayesi : Kapanca’nın Dört Vakti

 

 

Yaşadığım kentte gözlerden ve kalabalıklardan uzak bir düşler sokağı vardır. Üç beş meraklısından ve sakinlerinden başkası pek bilmez orayı… İşinizden ve telaşınızdan başınızı kaldırdığınızda Saray Yokuşu sokağından tırmanıp Saat Kulesi’nin avlusundan uzanan o eşsiz perspektifi izleyin. Ve yüzünüzü hafifçe okşayan rüzgardaki hanımeli kokusunu derin derin içinize çekin. İşte bu Kapanca’nın çağrısıdır.

 

Vali Konağı’na sırtınızı dönüp yolun karşısına geçtiğinizde, bin bir nağmeli körfez rüzgarının eşliğinde yürürken yokuşun sonuna varırsınız. Ve bir an soluklanıp sağa doğru kıvrılırsınız. Yürüdükçe, mekânın benliğinizi sarıp sarmaladığını, dilinizde bestelerin ve gözlerinizde taptaze sevinçlerin ipeklendiğini duyumsarsınız. Şairseniz dizeler, ressamsanız gülümseyen görünümler açılır sayfa sayfa, bahçelerden taşan iri yaprakların arasında. Bir sevgiliniz varsa uzaklarda bekleyen veya sizin bir beklediğiniz varsa uzaklardan; çok geçmeden güllerin ve ortancaların endamında hayali beliriverir. Yoksa da bir bekleyeniniz ne gam? Orada mutlaka tadarsınız aşkı, yeter ki etrafınıza şöyle bir bakının. Hiç tanıdığınız yoksa bile emin olun Kapanca bekleyecektir bir sonraki gelişinizi.

 

Çok eskiden; şehirlerin şehir olduğu zamanlarda yaşamış bir avuç güzel insanın hayat verdiği erguvan renkli ve manolya kokulu yaşam köşesidir orası. Okulum dolayısıyla memleketimden ayrı geçirdiğim ilk gençlik yıllarında, eve gelince kendimi salıverdiğim uykunun kucağında gördüğüm en mutlu rüyalar orada geçerdi. Şehrimin söylencelerinden çıkmış çocuklar, masalcılar, kahramanlar bir fener alayı eşliğinde akıp giderdi kentin caddelerinden ve her defasında oraya, Kapanca Sokağı’na varıp ahşap evlerin ve loş bahçelerin arasında kaybolurlardı. Artık adlarını bile unuttuğum çocukluk aşklarıma rastlardım menekşeli düşlerimin koyağında. Kapanca’nın koynunda ererdik en büyülü tenhalıklara.

 

Kentin eskimeyen güzelliği olan bu sokağa girdiğinizde bir uçtan bir uca önünüzde uzanan o tatlı yokuş, yepyeni mevsimlere açılan gizemli bir yolculuk olur. Hele baharsa, kulağınıza çalınan kuş seslerinde kentimin dilinden sevda tarifleri duyulur. Pencere pervazlarında kurulmuş albenili saksılarda güzelliğin yedi rengi, şebboy ve nergis şivesiyle laf atar gelip geçenlere. Fışkıran her tutam ot, uç veren her çiçek beğenirdi yerini o sokağın Arnavut kaldırımlarında. Ve her iklim yakışır, her mevsim yaraşırdı Kapanca Sokağı’na.

 

İlkbaharda Kapanca pembelerini giyinir. Perdeleri ağır ağır kapanan kış sahnelerinden firar etmiş rüzgarlar, körfezin ılımaya yüz tutmuş sularında yıkanıp gelir ve sokağı bir uçtan bir uca dönüp dolaşarak insanlara ve kuşlara baharın müjdesini verir. Sonra da çocuk gülüşlerini ve yoldan geçen simitçilerin haykırışlarını bir havlu gibi sarınıp saçakların altında konaklar. Saksılarda göğermiş kuşkonmaz yapraklarına çalımlı çalımlı kurulup balkonlarda dinlenir…

 

Güneş açar, mavi gözlü göçmen kızlarının pencerelerden dökülen saçlarını usul usul savuran meltemler, beyaz bulutlar arasında süzülen nazlı yaz uçurtmalarını esritir. Çocukların, göğe bakan çatılara kurulmuş güvercin yuvalarına dek yükselen sesleriyle şenlenip bu büyülü şehrâyine alkış tutar her varlık. Tutar ve doğayla bütünleşmiş; kuş kadar, ağaç kadar doğanın uzantısı olan bir semtin en içten tınılarını duyurur hal diliyle…    Bir sarmaşık gibi sımsıkı sarınır gün ışığını burası.

 

Sonbahar, sokağın kaldırımlarına yaprak yaprak düşmüş umutları sarartır. Bir yaz bitiminde kızların pencerelerden taşan kederini süpüren rüzgarlar, önüne katıp sürükler kızıl yaprakları ve altûni hülyaları. Yağmur yağar; oluklardan akan su, daracık sokakta ışıldayan utangaç lambalardan dökülen tayfların dans ettiği nihâvend bir şırıltı olur… Gri gökler bir hüzün çavlanı halinde yolunu ve yatağını bulup körfeze doğru akıverir. Kapanca artık yağmurların dilindedir…

 

Kış gelir… Saçlarına ak düşmüş ve yaşmaklarına begonyalar üşüşmüş pembe yanaklı nineler, çocuklardan devralır bu asırlık sokağın nöbetini. Koskoca bir yıl pencere diplerinde bu büyülü kentin, İzmit’in alınyazısını bekleyen kediler sokağın bilinçaltı kovuklarında birer ikişer kaybolur. Sadece kedilerce bilinen ve kedilere açık olan bir kucak dolusu anneliği bu sokağın; evlerin bacalarından sımsıcak tüter de muhabbetin cezvesinde kim bilir ne masallar, ne öyküler kaynatır…

 

Bulutlandım da bugün, aradım şehrin ruhunu… Serkeş kaldırımların fısıltısına kulak kabarttım. Sesler ve suretler, titreyen sokak çocukları ve üşümüş sokak köpekleri, kentin tüm semtlerinde gezdirip sonunda sana getirdi beni…

 

Şehrin eteklerinde, taze koparılmış bir demet çiçeksin sen Kapanca. Solmak bilmedin hiç… Bir kentin macerası yüzyıllardır omuzlarında, bir kentin öyküleri senin kaldırımlarında. Bir çift sevda sözüsün sen öteden beri. Sevgiye ve tatlı üç beş söze hasret kalmış kentimin dilindesin. Masallar “bir varmış, bir yokmuş” diye başlar hep. Sen yok olmayacak en güzel masalısın kentimin ve ülkemin.

 

Bu şehri anlamak isteyenler senin önünde diz çökmelidir, senin fısıltına kulak vermelidir. Sana gelmelidir düş işçisi, dört mevsimin ve zamanın yorumunu bir de senden dinlemelidir.

 

Mustafa Çetin

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu