Kültür - MedeniyetToplumYazılar

Bu Da Geçer Ya Hu : II. Mahmut

 

Çok kıymetli arkadaşlar bu ay sizlere bir dönem dillere pelesenk olan bir sözün tarihini anlatmak istiyorum.

BU DA GEÇER YA HU!

Çok kullandığımız bu söz nasıl çıktı? Gerçekten söylerken içinin ne kadar dolu olduğunu biliyor muyuz? Bi bakalım.

Biz yeni gibi düşünsek de ifadenin tarihi de çok eskilere, bin küsur sene öncesine, Selçuklular ve Bizans devrine kadar dayanır. Farsçası “İn nîz beguzered” olan “Bu da geçer” sözü Anadolu’nun eski Rum halkı tarafından “K’afto ta perasi” şeklinde kullanılmıştır. Osmanlı devrinde Farsça’dan Türkçe’ye çevrilip sonuna “Yâ hû”, yani “Yâ Allah” ibaresi eklenmiş ve her ne zaman bir sıkıntı ile karşılaşılsa, yardımın Allah’tan geleceğini ve sıkıntıların bir gün nihayete ereceğini hatırlatmak bâbında tekrar edilegelmiştir.

Şimdi gelelim bu güzel sözün beni çok etkileyen hikâyesine:

Dervişin biri, uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra bir köye ulaşır. Karşısına çıkanlara kendisine yardım edecek, yemek ve yatak verecek biri olup olmadığını sorar. Köylüler kendilerinin de fakir olduklarını, evlerinin küçük olduğunu söyler. Köylüler o bölgede yaşayan iki zengin kişiden bahsederler. Bunlardan biri Haddad adında bir çiftlik sahibidir. Başka bir çiftlik sahibi olan Şakir ise hem çok zengin hem de yardımsever birisidir. Köylüler Derviş’e Şakir’in çiftliğini tarif ederler. Derviş, Şakir’in çiftliğine vardığında çok iyi karşılanır, iyi misafir edilir, yer içer, dinlenir. Şakir de ailesi de hem misafirperver hem de gönlü geniş insanlardır… Yola koyulma zamanı gelip Derviş, Şakir’e teşekkür ederken, “Böyle zengin olduğun için hep şükret.” der. Şakir ise: “Hiçbir şey olduğu gibi kalmaz. Bazen görünen gerçeğin ta kendisi değildir.’’ der. Ardından ‘‘Bu da Geçer Ya Hu’’ diye cevap verir. Derviş Şakir’in çiftliğinden ayrıldıktan sonra bu söz üzerine uzun uzun düşünür. Ama bir anlam veremez.

Birkaç yıl sonra Derviş yine aynı köyden geçer. Şakir’i hatırlar ve uğramaya karar verir. Yolda rastladığı köylüler ile sohbet ederken Şakir’i sorar. Köylüler, Şakir’in artık çok fakir olduğunu, şimdi Haddad’ın yanında çalıştığını söylerler. Derviş hemen Haddad’ın çiftliğine gider, Şakir’i bulur. Eski dostu yaşlanmıştır, üzerinde eski püskü giysiler vardır. Üç yıl önceki bir sel felaketinde bütün sığırları telef olmuş, evi yıkılmıştır. Toprakları da işlenemez hale geldiği için tek çare olarak selden hiç zarar görmemiş ve biraz daha zenginleşmiş olan Haddad’ın yanında çalışmak kalmıştır. Şakir ve ailesi üç yıldır Haddad’ın hizmetkârıdır. Şakir bu kez Derviş’i küçücük evinde misafir eder ve kendilerine bile zar zor yeten yemeğini onunla paylaşır… Derviş vedalaşırken Şakir’e olup bitenlerden ötürü ne kadar üzgün olduğunu söyler ve Şakir’den şu cevabı alır: Unutma, ‘‘Bu Da Geçer’’. Derviş bu sözü duyduğunda yine çok şaşırır. Şakir’in bütün malı mülkü yok olmuş ve acınılacak haldedir. Bu nasıl geçebilir?
Derviş gezmeye devam eder ve yedi yıl sonra yolu yine o bölgeye düşer. Şaşkınlık içinde köylülerden olup biteni öğrenir. Haddad birkaç yıl önce ölmüş, ailesi olmadığı içinde malını en sadık hizmetkârı ve eski dostu Şakir’e bırakmıştır. Şakir, Haddad’ın konağında oturmaktadır, kocaman arazileri ve binlerce sığırı ile yine bölgenin en zengin insanıdır. Derviş eski dostunu ziyaret eder. Onu tekrar zengin ve iyi durumda gördüğü için ne kadar sevindiğini söyler ve yine aynı cevabı alır: ‘‘Bu da Geçer Ya Hu’’

Birkaç yıl sonra Derviş yine o köyden geçerken Şakir’i arar ama artık hayatta olmadığını öğrenir. Ona köyün en güzel tepesini işaret ederler. Tepede Şakir’in mezarı vardır ve taşında şu yazılıdır: ‘‘BU DA GEÇER’’ Derviş, “ölümün nesi geçecek?” diye düşünür ve gider. Ertesi yıl Şakir’in mezarını ziyaret etmek için geri döner; ama ortada ne tepe vardır ne de mezar. Büyük bir sel gelmiş, tepeyi önüne katmış, Şakir’den geriye bir iz dahi kalmamıştır…

Derviş bu olaydan çok etkilenir ne bu sözü ne de Şakir’i hiç unutamaz yolu İstanbul’a düşer. Geldiği dönem Osmanlı’nın sıkıntılı yıllarıdır birçok bölgede bastırılamayan ayaklanmalar mevcuttur. Tahtta da 2. Mahmut vardır. Reformu, yenilikleri seven padişah; gözlerinin önünde dağılan bir imparatorluğu toplamak adına her şeyi yapar. 31 yıl iktidarda kalan 2. Mahmut döneminde saldırılar da karışıklıklar da sona ermez. Bu bunalım, Sultanın başında büyüdükçe büyür.

Sultan, sıkıntılı ve zor süreçlerinden birinde;

“Bana öyle bir söz bulun ki, bu dertlerin, bu acıların, bu sancıların arasında onu okuduğumda umutsuzluğum gitsin, tasam bitsin, acım dinsin. Sonra mutlu olduğumda yine onu okuyayım, rehavete kapılmayayım, dünya nimetlerine tamah etmeyeyim, saltanat makamının, tahtımın gücüyle aslımı, insanlığımı unutmayayım. İşte bu sözü, bir yüzüğe yazdırayım, her gördüğümde, neşemde ve hüznümde bana aynı etkiyi yapsın.” Diye emreder.
Bunun üzerine herkes padişahın istediği bu sözü aramak için seferber olmaya başlar.

Yüzük Ustaları, Âlimler, Şairler, Edipler…

İlk başvurulan durak, elbette yüzük ustaları olur. Yüzük ustaları; padişahın emrini duyunca, “Bu iş, bizim haddimize değil. Sözü bulmak, bilgelerin âlimlerin işidir.” der.

Bir sonraki durak âlimler olur. Ancak âlimler “Biz tek sözle hem umutsuzluğu hem mutluluğun rehavetini giderecek hem de yüzüğe yazılacak kadar kısa bir sözü bulamayız. Bu şairlerin, ediplerin işidir.” Der.
Sonrasında nice şairler, edipler, işi kitap-kalem olanlar… Kim ne yazarsa yazın Sultan 2. Mahmut’un isteğine yaklaşamaz. Derken bir gün Osmanlı’ya diyarlar gezerek gelen bizim dervişe denk gelmişler ve 2. Mahmut’un isteği, kimsenin yazamadığı sözü; dervişe sormuşlar.

Derviş, durmuş, düşünmüş; gördüğü, geçtiği hayatlardan, diyarlardan geçmiş, gönlüne inmiş ve o tılsımlı sözü söyleyivermiş: “Bu da geçer ya hu!”

Tılsımlı sözü işiten herkes, sanki yıllardır kayıp olan bir parçayı bulmuş gibi heyecanlanmışlar. Hemen sözü alıp Hattat Kazasker Mustafa İzzet Efendi’ye götürmüşler. “Öyle bir yazı yaz ki ey hattat, sultanlar, vezirler, derdi olanlar, yokluk çekenler, umutsuzluğun pençesine düşenler ve dahi varlık içinde yüzüneler ve illa ki gücün, kuvvetin rehavetine kapılanlar gördüğünde kendine gelsin. Yedi iklim padişahının yüzüğüne yazılsın, hiç unutulmasın.”

Hattat, kamışını gönlüyle batırıp mürekkebe Celi sülüs istif tarzında yazıvermiş yazıyı. Yazı; yüzük ustaları tarafından yüzüğe işlenmiş. Ve Sultan Mahmut; o günden sonra yüzüğü bir daha hiç parmağından çıkarmamış. Keder içindeyken de mutluluk zafer içerisindeyken her seferinde yüzüğünün içindeki yazıyı okumuş. “BU DA GEÇER YA HU!”

Bu sözün hikâyesini öğrendiğimde kendime hep şunu dedim: Hayat inişli çıkışlı, bulunduğun durumun gelip geçici olabileceği aklından çıkarma. Bugün dert dediğin şeye yarın gülersin. Her güne şükretmeyi bil…
Bende yazımı sonlandırırken sizlere tüm kalbimle şunu söylemek istiyorum. İçin de bulunduğunuz durum ne kadar sıkıntılı olursa olsun unutmayın ki BU DA GEÇER YA HU!
Sevgiyle
H. Mehtap Akdeniz

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu