Yazılar

Bundan Sonra Çiçek Böcek Yazacağım

 

 

Birkaç gündür içimde bir kaçıp gitme isteği var. Kendimi o kadar daralmış ve bunalmış hissediyorum ki. Başlarda bir kısa tatil olarak düşündüğüm bu kaçış planı son birkaç gündür Kuzey Ege’nin bâkir koylarına yakın köylere yerleşmek olarak evrime uğruyor her geçen dakika içimde. Düşünsenize, Assos, Behramkale, Ezine, Biga köyleri. Küçük bir balıkçı teknesi. İnsanlardan uzak. Sadece doğa ve su ile baş başa… Köyün kahvesinde akşamları konuşulan belki küçük balıkçı ve avcı hikayeleri. Sabah dalışlarında zıpkın ile vurulan dev gibi orkinoslar… Kısacası hayatın beni yormayacağı bir yer. Fikirlerimin ve düşüncelerimin üzerinden tanklarla geçilmeyecek bir yer. Yaşamak için her türlü şeyin mubah sayılmadığı, insanın insan olarak kalacağı bir yer…

 

Evet henüz yaşımız emekliliğe çok uzak. Ama eminim siz de zaman zaman hissedebiliyorsunuzdur bu yorgunluğu. Diyanet İşleri Başkanlığı’da ilk göreve başladığım zaman çok idealist bir din görevlisi olduğumu düşünürdüm. Ta ki Türkiye’nin döneme ait kirli siyaseti kalbimizdeki tüm idealizmi öldürene kadar. Öğretmenliğe başladığımda yine büyük umutlarım ve ufuklarım vardı. Ta ki ideallerimiz birilerin çıkarlarına ters düştüğü için sindirilip, sürdürülene kadar. Şeref madalyamdır bu tenzili rütbe, o ayrı… Ancak artık inancım kalmadı inancın inanca saygısı olduğuna…

Hatta daha da yakına geleyim ki; geçen hafta yazdığım yazının ardından yediğim küfürleri hala hazmedebilmiş değilim. Türkçe bilen herkesin anlayabileceği derecede açıklık taşıyan bir yazı evrildi, çevrildi, akıl almaz bir hale getirildi ve yazıda Menzil cemaatine dair hiçbir cümle kurmamama ve yazının Serdar Tuncer özelinde ilahiyat camiası genelinde kaleme alınmasına rağmen neler duymadım ki. Camiayı hedef aldığım düşünüldü. Tekfir edildim. Münkir ilan edildim. Dinsiz bile oldum bir ara. Hepsinden çok da ilahiyat camiasına kızgınlığım. Sosyal medya yıkılırken bizim ilahiyatçılardan neredeyse hiç ses çıkmadı. Üç veya beş kişi anca. Bu sebeple bize ne yapsalar ne deseler azdır. Daha da Davos’a gelmem zaten…

İlk defa yaşamıyorum bu duyguyu. Açıkçası gelenek ve din meselesi hakkında net bir cümle kurmam beklenirse şöyle derim artık. Bizim din diye yaşadığımız gelenek. Ve insanlar asla geleneklerinin üzerine bir din inmesine müsaade etmeyecekler. Tıpkı Hz. Muhammed’in vahiy getirdiği zaman yaşadıkları gibi. Hani demişti ya Mekke’nin müşrikleri. Sen bizim atalarımızın geleneğine ve inançlarına düşmanlık ediyorsun diye. Emin olun günümüz Müslümanlığının bundan hiçbir farklı yok. Bugün indirilmiş din adına ülkemde bir şey söylemeye kalkışırsanız o gelenek denilen duvarın altında kalırsınız.  Hatta malum gelenek sizi gelenekten olmadığınız için dinsizlikle de suçlar. Modernist olursunuz. Sapkın olursunuz. Olursunuz da olursunuz.

Yani sizin anlayacağınız bu din işi öyle garip ki. İnsanların istediği gibi konuşursanız büyük hoca, Allah’ın dininden konuşursanız sapkın fikirli bir ilahiyatçı olur çıkarsınız.

Evet sıkıldım… Laf anlatamamaktan sıkıldım. Akşama kadar kahvede okey dönenlerin söz konusu din ve futbol olunca Allame-i Cihan kesilmelerinden sıkıldım. Ömrü hayatında Maturidi ve İmam-ı Azam’a dair tek bir cümle okumamış zevatların sırf mensup oldukları gelenek veya cemaat kalıbında devleşerek ehl-i sünnet silahşörü kesilmelerinden sıkıldım.

Ve her geçen gün de inancım azalıyor. İnsanlar dünyasını kurtarmak için dini kullananları dünyayı kurtarmak için dini kullananlardan daha çok seviyorlar.

O yüzden ben bundan sonra din ve diyanet işlerini, toplum işlerini, sosyoloji ve bilimum ilimleri bırakıp çiçek, böcek, deniz gibi konuları yazmaya karar verdim.

Hiçbir diş hekiminin bir ilahiyatçı kadar düşman edindiğini görmedim zira… Bize edilen hiçbir hakaret bir tüccara da edilmemiştir eminim.

Din adına neyi bilmiyoruz? Fıkıh konusunda neyden eksiğiz? Hiçbir şeyden…

Ancak düşünce alanında yaşadığımız bu buhran ve hüsran dolu yıllar yeni midir? Yoksa daha önce de yaşanmış mıdır? Bunu da merak etmiyor değilim…

Hepsinden de öte, bir deniz kıyısında çayımı içmek toplumun gözünde bir ilahiyatçıyı sapkın yapar mı? Bunun cevabını da sizlere belki tatil dönüşü verebilirim. Muhtemeldir ki yine dinden çıkartılırım.

Çünkü hala kim olduklarını çözemediğim bir grup var ki yer yüzünde. İstediklerine rol istediklerine yol, istediklerine cennet istediklerine de cehennem veriyorlar. Haşa huzurdan öte, Allah olmuşlar gibi… Hoş kendileri de FENAFİLLAH da olduklarını iddia ediyorlar zaten ya…

Havalar güzel gidiyor.

Pandemi sürecinden kalma gerginliklerimiz malum.

He zaten sağ olsunlar Allah’ın yeryüzündeki gölgeleri, Müslüman yatıp münkir uyanıyoruz sayelerinde…

Herkesin kendi doğrusu. Başkasının doğru bildiğine kimsenin tahammülü yok…

Bu serencam böyle gider azizim…

Ama yordu…

Bir sonraki yazım bir gezi yazısı olsun istiyorum. Veya bir sahil önerisi. Hatta Biplatform’un kıymetli gezgini Bi Gezgin ile bir kamp yapıp ortak bir şeyler yazarız belki.

Ki kendisi de hoş adamdır. Nerde ne yeneceğini, nerde neresinin gezileceğini iyi bilir. Açtır. Söz konusu bir parça yemek dahi olsa üşenmez gelir.

Ya da belki kıymetli yazarlarımızdan Emrah ÖZTÜRK’le bir akşam bir semaver çaya düşerim Datça’da bir manzaraya karşı. Hayal işte. “Anlat hele reis şu kavimler ne diye göç etmiş.” derim ona. Anlatır. Hem de öyle bir anlatır ki, cebinden 100 tane tarihçi çıkartır. Kendinizi bir film senaryosunun içinde sürüklenirken dahi bulabilirsiniz.

Belki platformun bu noktalara gelmesinde büyük emeği olan kıymetli editörümüzü de alırım yanıma. İyi muhaliftir kendisi. Herhangi bir görüşü yoktur. Genel olarak herkese ve her şeye muhaliftir. Ama nasıl keyifli olur onun muhalifliği sormayın…

Herkes kendine yetecek kadar din biliyor ise, bir süre çiçek böcek demiştik…

Sağlıcakla kalın…

Yakup Kaya

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu