GündemTarihYazılar

Kılıç Hakkı

 

Hava adeta kurşun gibi ağırdı. Bu da yetmezmiş gibi kan, barut, yanmış et kokuları insanın ciğerini yakıyordu. Ancak genç adam bunlara aldırmadan ağır adımlarla ilerliyordu. ‘’Geçecek’’ diye geçirdi içinden. ‘’Zor kısmı bitti, bundan sonra eskisinden de güzel olacak.’’ Tüm bu yıkım, kaos, üzerine sinen bu ağır hava bile güzelliğinden hiçbir şey götürememişti. ‘’Tertemiz havayı ciğerlerime çekeceğim yeniden, gül kokuları, çiçek kokuları, bahar kokuları kaplayacak burayı’’. Tam bunları düşünürken karşısında belirdi. Artık aralarında hiçbir engel kalmamıştı. Kızıl Elma. Tüm ihtişamıyla hemen karşısında parıldıyordu. Dünyanın en güzel şehrinin en güzel mücevheri. Sonunda bütün ıstırapları bitmişti. Mehmet en büyük aşkına, Konstantiniyye’ye, Ayasofya’ya kavuşmuştu.

Kiliseden camiye döndürülmesinden 567, camiden de müzeye çevrilmesinden 86 yıl sonra Ayasofya tekrar camii statüsüne kavuştu geçtiğimiz günlerde. Tabi ki mesele hem Hristiyan hem de Müslüman dünyası için oldukça kutsal bir konumda bulunan Ayasofya olunca hem ülkemiz hem de uluslararası kamuoyunda oldukça ilgi gördü. Sanılanın aksine ülkemizin önemli bir kesimi Ayasofya’yı tekrar camii olarak görmekten oldukça memnun hatta bunu bir tartışma konusu olarak dahi görmese de uluslararası kamuoyu özellikle neden şimdi ve gerek var mıydı sorularını tartışıyor.

Peki Ayasofya’yı bu kadar önemli kılan ne? Ayasofya tarihte kılıç hakkıyla din değiştiren ne ilk ne de son yapı. Ülkemizde başta İstanbul olmak üzere onlarca kilise Anadolu’nu Türkleşme ve İslamlaşma sürecinde camiye dönüştürülerek kullanıldı ve kullanılmaya halen devam ediliyor. 21. yüzyılda bu uygulamalar inançlara saygısızlık gibi algılansa da tarihçiliğin ana kuralı her vakayı yaşandığı dönemin şartlarında incelemektir. Özellikle Orta Çağ dünyasına yaygın olan bu gelenek adeta döneminin savaş kuralı olarak benimsenmiştir. Kılıç hakkı olarak da kabul edilen bu uygulama bir şehrin veya bölgenin yeni sahiplerinin tam hakimiyetine geçtiğinin bir nişanesidir. Bir şehir veya bölge yeni bir medeniyet tarafından ele geçirildiğinde oranın dini ve kültürel yapıları da yeni din ve kültüre göre dizayn edilir veya yok edilirdi. Bir yanlış anlaşılmaya yol açmamak adına bu uygulama Türk veya İslam medeniyetlerine özgü değildir. Evrenseldir. İspanya’nın Granada kentinde bulunan ve Emevi medeniyetinin en önemli eserlerinden olan, İspanyolların ‘’yeniden fetih’’ harekâtından sonra da kilise olarak kullanılan Santa Maria de la Alhambra yani El Hamra sarayı ve kilisesi Hristiyan dünyasındaki en meşhur örneklerden biri konumundadır. Aynı şekilde Orta Avrupa’da Hristiyanlığın yayılmaya başlamasıyla birçok pagan ibadethane ve kutsal alanları Katolik kilisesi tarafından kilise ve katedrallere dönüştürülmüştür. Yine özellikle Osmanlı imparatorluğunun dağılmasıyla birlikte Balkanlarda bağımsız olan birçok devlet eski camii ve külliyeleri ya kiliseye çevirmiş ya da yok etmiştir. Bu çevirme işlemi bazen o kadar ileri boyutlara ulaşabilir ki günümüzde dahi birçok türbe ve yatırların yapılan araştırmalar sonucunda ya Roma döneminden bir Hristiyan azizine ait olduğu ya da Hristiyanlık öncesi dönemlerden kalma mezarlar olduğu anlaşılmaktadır.

Bu noktada Ayasofya’nın neden önemli olduğunu iyi incelemek gerekir. Ayasofya şu anda ne dünyanın en büyük camisi ne de en büyük kilisesi. İki dinin de Ayasofya’dan hem çok daha büyük hem de çok daha ihtişamlı ibadethaneleri var. Ancak bunların çok azı Ayasofya kadar derin tarihi, kültürel ve efsanevi yaşamlara sahipler. Öncelikle yapım aşamasını iyi irdelemek gerekiyor. İlk olarak yapımına Doğu Roma’nın (Bizans) ilk imparatoru 1. Konstantin döneminde başlanıp oğlu 2. Konstantin tarafından 360 yılında açılmış olsa da zaman içerisinde afetler ve isyanlar gibi sebeplerle defalarca tahrip olup yıkılan bina bugünkü haliyle dönemin imparatoru Justiniaus tarafından 537 yılında ibadete açılmıştır. O önemde klasik bir Doğu Roma Katedrali olarak inşa edilen mabet imparator için o kadar önemliydi ki açılışında imparatorun ‘’Ey Süleyman seni yendim!’’ diye haykırarak efsanevi Süleyman Mabedinden dahi daha önemli ve ihtişamlı görüldüğüne rivayet edilir. Gerçekten de Ayasofya yapımı 1520 de tamamlanan Sevilla Katedrali tamamlanana kadar dünyadaki en büyük katedral olmuştur ki günümüzde de (orijinal yapımını düşündüğümüzde) dünya üzerindeki en büyük dördüncü katedral boyutundadır. Ayrıca Doğu Roma’nın ihtişamlı günlerinde içerdiği eserler ve kutsal emanetlerle Vatikan’la boy ölçüşebilen yapı sadece Doğu Hristiyanlığı için değil bütün dünya Hristiyanları için önemli bir merkez haline gelmiştir. Öyle ki şehrin düştüğü güne kadar kilisenin, dolayısıyla şehrin bizzat Meryem Ana tarafından korunduğuna ancak Meryem Ana’nın bir sebepten Romalılara kızıp şehri terk etmesiyle şehrin düştüğüne inanırlar. Aralarında Hz. İsa’nın gerildiği çarmıhın orijinal bir parçası ve kanının döküldüğü kutsal kase gibi birçok efsanevi eserin de ev sahibi olduğu varsayılan mabetten ilk olarak 4. Haçlı Seferlerindeki Latin istilasıyla sonrasında da şehrin Türklerin egemenliğine geçişi sırasında içindeki eserlerin büyük çoğunun kaçırıldığı veya saklandığı kabul ediliyor. Öyle ki Hristiyan dünyasında Hz. İsa’nın Ayasofya’da yeryüzüne ineceğine dair bir inanış da var.

Hristiyan dünyası için bu denli önemli olan yapı elbette ki İslam dünyası için de oldukça önemli. Bunun başında kuşkusuz Hz. Muhammed’in (SAV) İstanbul’un fethi ile ilgili hadis-i şerifi geliyor. İstanbul’un fethedilmesi demek kuşkusuz şehrin sembolü Ayasofya’nın da camii olması demekti ki bu bile başlı başına Ayasofya’yı İslam dünyasının merkezine sokmaya yeterli ancak bir rivayet Ayasofya’nın önemini daha da artırıyor. Rivayete göre Ayasofya inşa edilirken devasa kubbe bir türlü yerine sağ salim oturtulamaz. Romalı ustalar ne kadar uğraşsalar da bir çare bulamazlar. Çözüm arayışları tüm dünyaya dolayısıyla Arap yarımadasına kadar ulaşır. Bunu duyan Hz. Muhammed, Mekke’den aldığı bir parça toprağa tükürerek bir harç yapar ve İstanbul’a yollatır. Bir kilise inşaatına neden mübarek tükürüğüyle yardım ettiğini soran sahabelere de İstanbul’un fethedilip Ayasofya’nın da camiye döneceğini müjdeler. Yani bu anlatıya göre Ayasofya baştan beri cami olarak inşa edilmiştir. Bugün Ayasofya’ya gittiğinize bazı insanların bir sütuna baş parmaklarını sokarak ellerini döndürmeye çalıştıklarını, bunu başaranların dileklerinin kabul olacağını söylediklerini görürsünüz. Terler Direk veya Ağlak Sütun olarak bilinen bu sütundaki delik ise rivayetlerde Hz. Hızır’ın parmak izi olarak geçer çünkü bu direğe parmağını yaslayarak kilisenin yönünü kıbleye döndürmüştür.

Her dönem ve her dinde kutsallığını koruyan Ayasofya için tartışmalar ne bugün ne de gelecekte sonlanmayacaktır. Çünkü Ayasofya herkes için farklı anlamları simgeliyor. Kimileri için yeryüzünde kutsallığın şekle bürünmüş hali kimileri için kültürel miras kimileri için de insanlığın ortak değeri. Hiç kuşku yok ki içerisindeki kültürel miras korunmalı ki korunacaktır. Türk devleti 567 yıl önce olduğu gibi yine yapının mahremiyetine saygı duyacak ve içerdiği eşsiz mozaikleri ve diğer bütün zenginliklerini koruyacaktır. Ancak Türkiye’nin de Ayasofya üzerindeki tasarruf hakkı tartışılamaz. Türkiye’nin bu yapıyı müze yapmaya karar verdiği gibi ibadete açmaya karar verme hakkı da vardır. Bu hakkı kılıçlarıyla kazanmıştır. Zamanlaması, sebepleri, yapılış şekli tartışılabilir ama Ayasofya Camii için üzülmek de neredeyse imkansızdır. Şimdi ona layık olabilme zamanı.

 

Alperen KÖSE

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu