GenelYazılar

Atalarımızdan Böyle Gördük

 

Zorlu doğa koşullarında hayatta kalabilmek için insanların bir arada yaşaması elzemdir. İnsanlık tarihinde toplu hâlde sürdürülmeyen bir yaşam biçimi yoktur. Bir şekilde doğada tek başına kalmış bir insanın durumunu düşünmek bunun nedenini anlamak için yeterlidir. Ayrıca bir çocuğun gelişiminde gerekli olan sevgi ve güvenlik ihtiyaçlarının karşılanması için sosyal bir çevreye ihtiyacı olduğu da bilinmektedir. Bu zorunluluklardan dolayı insanlar topluluklar halinde var olmuştur.

İçine doğduğumuz toplumun bir üyesi haline gelme çabamız toplumsallaşma olarak adlandırılır. Bir topluluğun üyesi olduktan sonra neyin doğru neyin yanlış olduğunu, ilgilerimizi, isteklerimizi ve ihtiyaçlarımızı sosyal normlar belirler. Topluma uyum toplumsal yaşamın şartıdır. Sosyal etki sonucunda meydana gelen uyma davranışı, doğumundan ölümüne kadar insanı etkileyerek, insanın düşünce yapısını, duygularını ve davranışlarını gerçek veya hayalî bir baskı aracılığıyla şekillendirerek toplumu oluşturan bireylerin benzerliğini ortaya çıkarır.

Bunun yanı sıra toplum içerisindeki normlara uymak kişiye hayatı boyunca epey kolaylık sağlar.  Bir olay karşısında nasıl tepki vereceğimizi toplum ile aynı doğrultuda hareket ederek çok rahat bir şekilde çözebiliriz. Aynı zamanda hayat boyu değişen rollerimize toplum içinde rol model aldığımız kişileri taklit ederek uyum sağlayabiliriz. Evlendikten sonra çiftler tarafından dile getirilen “Önceden böyle biri değildi.” söylemi de genellikle bu rol model alma ile öğrenmeye dayanır. Çünkü evlendikten sonra erkek babasından, kadın ise annesinden öğrendiği şekliyle evlilik hayatındaki sorunlara yaklaşır. Ebeveyn olduğumuzda ise çocuğumuzla yaşadığımız çatışmaları yine ebeveynlerimizden gözlemlediğimiz ve öğrendiğimiz yollara başvurarak hallederiz ya da hallettiğimizi sanırız.

Bu sistemde bulduğumuz rahatlıkla birlikte önemli bir dezavantaja da sahip oluruz. Özellikle bu öğrenme şekliyle hayatta işimize yarayacak bilgilerin yanında günümüzde geçerliliğini kaybetmiş, işlevini yitirmiş ya da çağın sorunlarına çözüm bulamayan bilgiler de nesilden nesile aktarılmaya devam eder. Atalarının bilgeliğine halel getirmemek isteyenler çağımızın bireysel ve toplumsal ihtiyaçlarının değiştiğini fark etmeli. Geçmişte baba oğul arasında yaşanan çatışmaların bugünden farklı olduğu açıktır. Sanayi toplumu ile teknoloji toplumunun, kırsal alanda yaşayan insanla büyükşehirde yaşayan insanın sorunları farklılık gösterir. Yapmamız gereken her nesilde öğrenme kaynaklarımızı çoğaltmak, geliştirmek, çağın gerekliliklerine uygun hâle getirmektir. Toplumsal değerlerimizi muhafaza ederken körü körüne bir tutuculuk göstermemek önemlidir. “Biz atalarımızdan böyle gördük.” diyenlerin başlarına gelenler hepimize örnek olmalıdır.

Aslında sosyal düzen sürekli bir oluşum halindedir ve bireyler bu oluşumu etkilemektedir. Her nesilde toplumsal düzen değişime uğrar. Toplumu oluşturan bireylere dikkatlice baktığımızda aslında birbirlerinden ne kadar farklı olduklarını görebiliriz. Her bireyin kendine has bir yapısı vardır. Sosyal uyumu düşük olan bireyler toplumsal düzenin korunması ve sürdürülmesi için sosyal kontrol mekanizmasının baskısıyla karşılaşır. Bu kişilerin kendilerini topluma yabancılaşmış hissetmeleri ya da toplumdan dışlanmaları olasıdır. Bunun yerine farklılıkların topluma kazandıracağı zenginliklerden, farklı bakış açılarının getireceği çözüm yollarından faydalanmak gerekir. Erol Güngör’ün söylediği gibi “Temel noktalarda birlikte hareket ettikten sonra ikincil meselelerde farklı düşüncelere müsamaha edilmelidir.” Bu da toplumsal hoşgörünün ve farklılıklara saygının gelişmiş olması ile mümkündür. Velhasıl Necip Fazıl’ın “Kefeler hak çalmasın, işte tutum ve olum! Ne toplumun hakkını fert ne ferdin hakkını toplum…” dizelerinde dile getirdiği hassas bir dengenin kurulması şarttır.

Abdulkadir Özel

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu