TarihToplumYazılar

Türk Kültüründe Kadın (Katun – Hatun – Kadın)

 

 

Onlarca yıldır üzerinde bolca konuşulan ve tartışılan bir konudur “kadının toplumdaki yeri.” Hemen hemen her toplumda çocuk doğurabilme ve doğurduğu çocuğu emzirebilme özelliğinden dolayı, çocuğa bakma görevi kadına yüklenmiştir. Bu yüzden ‘Kadın’ deyince ilk olarak aklımıza ‘besleyici, sabırlı ve anaç’ gibi sıfatlar geliyor ardı ardına.

 

Türkiye’nin en itibarlı ve köklü olan kurumlarından biri olan Türk Dil Kurumu sözlüğünde “kadın”ın birinci anlamını erişkin dişi insan, ikinci anlamını ise analık veya ev yönetimi bakımından gereken erdemleri, becerileri olan olarak vermiş. Günümüzde kadına biçilen görev ve tanımlar buyken ya da son zamanlarda medyada sıkça karşılaştığımız kadın cinayetleri gündemdeyken Türk kültür ve medeniyeti çerçevesinde kadının yeri nasıldı?

 

Türklerde kadın ya da aile meselesi gündeme geldiğinde Ziya Gökalp’in görüşleri üzerine kurulan önermelerle karşılaşılır. Türklerin hem demokrat hem de feminist olduklarını kaydeden Gökalp, Gök Tanrı inancının kadındaki kutsi kuvvete dayandığını yazar. Türk şamanları sihir ile olağanüstü güçlerini gösterebilmek için kadınlara benzemeye çalışırlarmış. Bu inanç içerisinde toplum hayatında kadınla erkeğin bir arada bulunması şartmış. Ona göre velayet-i amme Hakan ile hatunun bir arada olması suretiyle tecelli ettiği için bir emirname yazıldığında “hakan emrediyor” ibaresiyle başlarsa kabul olunmaz “hakan ve hatun emrediyor ki” sözüyle başladığında muteber sayılıyormuş.

 

Hakan tek başına bir elçiyi huzuruna kabul etmez sağda hakan solda hatun oturduğu bir zamanda huzura alınırdı. Şölenlerde, kinkeşlerde, kurultaylarda, ibadet ve ayinlerde, harp ve sulh meclislerinde, hatun da mutlaka hakanla beraber bulunurdu. Kadınlar hükümdar, kale muhafızı, vali, sefir olabilirdi.

 

Türk destanlarında kadına karşı sarsılmaz bir güven, sadakat, sevgi, saygı ve bağlılık vardır. Kadın kadim Türk kültüründe erkeğin tamamlayıcısı konumundadır. Kadın daima erkeğin yanındadır. Erkek kadını olmadan hareket etmez.

 

Fadlan, hatunun hükümdarın yanında oturduğunu ve bunun Türk geleneklerinin bir parçası olduğunu ve Türk kadınının asla erkeklerden kaçmadığını belirtiyor. Diğer bir Arap seyyah İbn Batuta şu şekilde not almıştır: “Burada öyle ilginç bir duruma şahit oldum ki, o da Türklerin kadınlara gösterdiği saygıdır. Burada kadınların kıymeti ve saygınlığı erkeklerden daha üstündür”

 

Peki, dünyada kadına verilen değer nasıldı?

 

İngiltere’de XI. yüzyıla kadar erkekler karılarını satabilirlerdi. Hıristiyanlar ise kadına şeytan gözüyle bakıyorlardı. Yine İngiltere’de, kadın pis bir varlık sayıldığı için İncil’e el sürmesine izin verilmezdi.

 

Çinlilerde kadın insan sayılmaz ve isim dahi verilmezdi. Kız çocuklarına da ad verme gereği duymaz, bir iki üç şeklinde çağırırlardı. Hayatı boyunca bir adamın yönetiminde yaşamak zorundaydı. Kadın hizmetçi sayılır, kocası ve çocukları ile aynı sofrada oturamazdı. Ayakta durup onlara hizmet etmek zorunda idi.

 

Farslarda kadın erkeğe itaat etmek zorunda kalırdı. Bir erkeğin birden fazla kadınla evlenmesi normal karşılanırdı.

 

Arapların cahiliye döneminde kız çocuklarının toprağa diri diri gömülmesi tarihi bir gerçektir. Kız çocuğa sahip olmak şerefsizlik olarak görülürdü.

 

Budizm’in kurucusu Buda, ilk zamanlar kadınları dine kabul etmemiştir. Eski Yunanlarda da kadının bir değeri bulunmazdı. Kadın, tıpkı bir eşya gibi alınıp satılır ve miras olarak bağışlanabilirdi. Farklı milletlerin kadına verdiği değer ile Türk kültüründe kadına verilen değer karşılaştırıldığında dünya üzerinde kadına en değer veren milletin Türkler olduğunu rahatça söyleyebiliriz.

 

İslamiyet öncesi belirgin bir biçimde toplum içinde varlığı kabul edilen kadın İslam dininin kabulünden sonra da bir müddet eski âdet ve geleneklere göre bir yaşam şeklini sürdürmüştür. Ancak Türk kadınlarının sosyal hayatı da eskiye nazaran giderek kısıtlanmaya başlar. Yine de burada göz ardı edilmemesi gereken bir nokta Türklerin İslamiyet’i, Hz. Muhammed’in “Sizin kadınlarınız üzerinde hakkınız olduğu kadar, kadınlarınızın da sizin üzerinizde hakları vardır.” sözüne uygun kabul ettikleridir.

 

Türk tarihinde ve kültüründe Türk kadını, yukarıda özetlendiği gibi hem toplum hem de devlet içerisinde çok önemli bir yere sahiptir. Kadınlar doğrudan toplum içerisinde faal bir şekilde hayatını devam ettirmektedirler. Günümüz Türk toplumunda zaman zaman görülen kadına karşı şiddet olayları, kadınla erkeğin tıpkı bir elmanın yarısı gibi birbirini tamamlayan parçası olduğunun şuuruna varamamış insanlar tarafından yapılan münferit olaylar olarak değerlendirilmelidir. Türk insanı, geçmişini yeniden öğrendiğinde veya gelenek göreneklerine sahip çıktığında, Türk kadını da tarihte olduğu gibi layık olduğu yeri bulacaktır.

 

Geçmişten günümüze kadar kadınlar, kimi zaman toplum içerisinde yüceltilmiş kimi zaman da istismar edilmiştir. Günümüz dünyasında ise kadın, maalesef cehaletin ve tüketim ekonomisinin hedefi haline getirilerek reklam ve eğlence aracı durumuna getirilmiştir. Yine günümüzde zaman zaman karşılaştığımız üzere, kadınla erkek birbirlerinin rakipleri gibi karşı karşıya getirilmeye çalışılmaktadır. Hâlbuki kadın ve erkek, birbirlerinin rakibi değil, tamamlayıcılarıdır. İnsan soyunun devamı, onların birlikte yaşadıkları aile kurumuna bağlıdır. Temelleri sağlam aile kurumları ise, eğitimli ve itibarlı kadınlar üzerinde yükselir.

 

Son olarak Türk toplumlarında kadının yüceliğini şu örnekle vurgulamak isterim: Altay dağlarının en yüksek tepesine “Kadınbaşı” isminin verilmesi, sanki yüzyıllar sonrasına aktarılan bir mesaj gibidir.

 

Mehmet Akif SADAN

 

 

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu