TarihYazılar

Padişahın İşi Ne? : III. Murat ve Nalıncı Baba

 

Bu yazımda sizlere Nalıncı Baba ve III. Murat’ın hikayesini anlatacağım ama önce III. Murat ile ilgili kısa bir bilgi vermek istiyorum. Çok uzun anlatıp sizi tarih dersine boğmak niyetinde olmadığımdan sadece dönemin önemli olaylarından bahsedeceğim.

III. Murat, 12. Osmanlı padişahı 91. İslam halifesidir. Babası II. Selim, annesi Nurbanu Sultandır. Osmanlının gerileme dönemi padişahı olsa da Osmanlı’yı en geniş sınırlara ulaştıran padişah olarak bilinir. Dönemin de Safevilerle mücadele etmiş Tebriz’i Safeviler’in elinden tekrar almıştır. Ayrıca; Tiflis, Bakü gibi şehirlerle birlikte, bütün Kafkasya, Dağıstan, Gürcistan, Azerbaycan, Doğu İran ve Orta İran’ın neredeyse tamamı Osmanlı Ordusu tarafından fethedilmiştir. Avrupa’nın en güçlü devletlerinden biri olan Lehistan, Osmanlı himayesine alınmıştır. III. Murat aynı zamanında, 4 Ağustos 1578’de tarihin en büyük meydan savaşlarından biri başlamış ve Osmanlı ordusu ile Portekiz Ordusu Vadi’s Seyl’de karşı karşıya gelmiştir. Osmanlı’nın zaferi sonucu sadece Portekiz haritadan silinmekle kalmamış aynı zamanda Portekiz yönetimi altındaki Fas Devleti de Osmanlı’nın boyunduruğu altına girmiştir. Tüm bu seferlerin yanı sıra şiir ve diğer sanat türleriyle ilgilenen kişilere yardım eden III. Murat, birçok okul, medrese ve ilim merkezi açtırmıştır.

Bu dönem bilgilerinin ardında sizlere kimse göründüğü gibi değildir sözünün ispatı niteliğinde Nalıncı Baba lakaplı Muhammed Mimi Efendi ve III. Murat’ın bir hatırasını anlatacağım:

Sultan III. Murat, bir gün çok  telaşlı görünür. Neşeli deseniz değil, üzüntülü deseniz hiç değil, sanki bir şeyler söylemek istiyor ama hemen sonrasında vazgeçiyor. Bu durumu gören Veziriazam Siyavuş Paşa dayanamaz Padişaha sorar:

– “Hayrola Sultanım, canınızı sıkan, sizi üzen bir şey mi var?”

– “Akşam garip bir rüya gördüm. Aklımdan çıkmıyor.” der III. Murat

– “Hayırdır İnşallah Sultanım.”

– “Hayır mı şer mi öğreneceğiz paşa.”

– “Nasıl yan Hünkarım.”

– “Hazırlan Paşa, dışarı çıkıyoruz.” der padişah. Kıyafetlerini değiştirip iki molla kılığında düşerler yola. Padişah hala gördüğü rüyanın etkisindedir ve gideceği yeri sanki önceden gitmiş gibi iyi bilir. Hızlı, kararlı adımlarla Beyazıt’a çıkar, Zeyrek’ten aşağılara doğru gider. Unkapanı civarında durur. Etrafına daha bir dikkatle bakınır. Tam o sırada yerde yatan bir ceset gözlerine ilişir. Padişah sorar;

+” Kimdir bu?” Ahali cevap verir:

– “Aman hocam hiç bulaşma, ayyaşın biri işte!”

+” Nerden biliyorsunuz ayyaş olduğunu?”

– “Müsaade et de bilelim yani. Kırk yıllık komşumuz.” Bir başkası lafa girer;

– “Biliyor musunuz,” der. “Aslında çok iyi sanatkârdır. Azaplar Çarşısı’nda çalışır. Nalının en iyisini yapar. Fakat kazandıklarını içkiye, fuhuşa harcar. Hem şişe şişe şarap taşır evine, hem de nerde namlı mimli kadın varsa takar peşine.” Yaşlının biri çok öfkelidir. Konuşmaya başlar:

– “İsterseniz bir de komşulara sorun,” der. “Sorun bakalım onu bir cemaatte namaz kılarken gören olmuş mu?” Bir vakit sonra mahalleli döner arkasına giderler. Bizim kıyafet değiştirmiş mollalar orada kalırlar.

Tam vezir de toparlanıyordur ki padişah yolunu keser:

– “Nereye Paşa?”

+” Bilmem, bu adamdan uzak durmayı tercih edersiniz sanırım.”

– “Millet bu, çeker gider. Ama biz gidemeyiz, şöyle veya böyle yerde yatan adam bizim tebaamızdır. Bizim milletimizdir. Defini tamamlamamız gerekir.” der padişah

+” Saraydan birkaç hoca yollar kurtuluruz bu vebalden.” dese de vezir, III. Murat kabul etmez.

– “Olmaz Paşa olmaz, rüyadaki hikmeti çözemedik daha.”

+” Peki ne yapmamı emredersiniz?”

– “Mollalığa devam. Naaşı kaldırmalıyız en azından.”

+” Aman efendim, nasıl kaldırırız?”

– “Basbayağı kaldırırız işte.”

+” Yapmayın etmeyin sultanım, bunun yıkanıp temizlenmesi var, paklanması var.”

– “Merak etme paşa ben hallederim. Fakat önce bir gasil hane bulmamız icap eder.”

+” Şuralarda bir mahalle mescidi var.”

– “Olmaz Paşa, vefat eden sen olsaydın nereden kalkmak isterdin?”

+” Ayasofya’dan Süleymaniye’den, ya da en azından Fâtih Camii’nden…”

– “Ayasofya ile Süleymaniye’de devlet adamı çoktur, tanınmak istemiyorum der III. Murat. Ama Fâtih Camii’ne iyi dedin. Hadi yüklenelim…” Ve gelirler camiye. Vezir sağa sola koşturur, kefen tabut bulur. Padişah bakır kazanları vurur ocağa… Usulüne uygun bir şekilde güzelce yıkarlar ölmüş adamı. Naaş sanki güzelleşir. Alnında nur vardır sanki. Manalı bir tebessüm okunur dudaklarında. Padişahın kanı ısınmıştır bu adama, vezîrin de öyle. Kimsesiz nalıncıyı kefenler, tabutlar, musalla taşına yatırırlar. Ama namaz vaktine baya bir vakit vardır. Bir ara vezir sıkıntılı sıkıntılı yaklaşır padişahın yanına;

+” Hünkarım, der. Yanlış yapıyoruz galiba.”

– “Nasıl yani?”

+” Heyecana kapıldık, kimseye sorup sormadan buraya getirdik cenazeyi. Kim bilir belki hanımı vardır, belki çocukları.”

– “Doğru, haklısın paşa. Sen cenazenin başında bekle, ben mahalleyi bakıp geleceğim.”

Padişah garip maceranın başladığı yere koşar adımlarla gider, etrafa sorar soruşturur. Adamın evini bulur. Kapıyı yaşlı bir kadın açar. Olayı sakince dinler. Sanki bu vefatı bekler gibidir kadın:

– “Hakkını helal et evladım, der. Belli ki çok yorulmuşsun.” Sonra eşiğe çöker, ellerini şakaklarına dayar. Ağlar mı? Hayır. Ama gözleri kısılır, hatıralara dalıyordur belli ki. Sonra aniden silkinip çıkar hayal dünyasından.

+” Biliyor musun oğlum?” diye dertli dertli söylenir. “Bizim efendi bir alemdi. Akşama kadar nalın yapar. Ama birinin elinde şarap şişesi gördüğünde, elindekini avucundakini verir satın alırdı. Sonra getirip dökerdi helaya.”

– “Niye?”

+” Ümmeti Muhammed içmesin diye.”

– “Hayret.”

+” Sonra, malum kadınlarının ücretlerini ödeyip eve getirirdi. Ben sizin zamanınızı satın aldım mı? Aldım, derdi. Öyleyse şimdi dinlenin derdi. O çeker gider, ben menkıbeler anlatırdım kadınlara. Mızraklı İlmihal. Hucceti İslam okurdum onlara. Nasihatler verirdim.”

– “Bak sen!” Halbuki millet nalıncıyı, şarapçı kadın düşkünü biri diye biliyorlardı.

+” Milletin ne sandığı umrunda bile değildi. O hep uzak mescitlere giderdi. Öyle bir imamın arkasında durulmalı ki tekbir alırken Kabe’yi görmeli.”

– “Öyle imam kaç tane kaldı şimdi?”

+” İşte bu yüzden Nişancı’ya, Sofular’a giderdi ya. Hatta bir gün; Bakasın efendi, dedim. Sen böyle böyle yapıyorsun ama komşular seni kötü belleyecek. İnan cenazen kalacak ortada. Doğru, öyle ya? Kimseye zahmetim olmasın, deyip mezarını kendi kazdı bahçeye. Ama ben üsteledim. İş mezarla bitiyor mu, dedim. Seni kim yıkasın, kim kaldırsın?”

– “Peki o ne dedi?”

+” Önce uzun uzun güldü, sonra; Allah büyüktür hatun, dedi. Hem Padişahın İşi Ne?”

 

Gerçekten de cenaze hizmetlerini bizzat padişah yaptı. Ve mübareği evine defnetti. Kabri üzerine bir kubbe, içine bir çeşme koydurdu.  Türbesi Unkapanı’nda, Cibali Tütün Fabrikası’nın arkasında, Harabzâde Câmii karşısındadır. Hikmet sahibi olmak her kula nasip olmayacağı gibi bazı kulların hikmet sahibi olduklarından haberi bile olmazın en güzel örneklerinden biridir bu hatıra o yüzden ne zaman aklıma gelse duygulanırım. Tüm iyi dileklerinizin gerçek olması dileğiyle…

Sevgiyle…

H. Mehtap Akdeniz

 

Bir Yorum

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu