TarihYazılar

Köprülü Fazıl Ahmet Paşa-II

Merhaba sevgili dostlar. Tarihimizin abidevi kahramanlarından Fazıl Ahmet Paşa’yı tanımaya devam ediyoruz.

Babası ile geldiği İstanbul’da iyi bir eğitim almak için devrin önemli alimlerinden dersler alarak güzel bir eğitim hayatı geçirdi. Daha henüz 17 yaşında müderris olmaya hak kazanan süper bir yetenekti. Yalnız bu durum onun pek hoşuna gitmedi. Çünkü babasının devlet adamı olmasından dolayı kendisine torpil yapıldığı iddiaları etrafta dolanmaya başlayınca sevdiği müderrislik görevinden istifa etti. Hem babasının hem de kendisinin şerefine leke sürdürmeyecek kadar da alçak gönüllüydü. O yıllarda elde edilmesi zor bir makam olan müderrisliği elinin tersiyle itti. Devlet kadrosunda sıradan bir memur olarak çalışmaktan yüksünmedi.

Genç ve Yetenekli Bir Devlet Adamı

Köprülü Fazıl Ahmet Paşa, o kadar başarılı ve dürüsttü ki makam ve mevki o istemese de onun kapısını çalıyordu. 1658 yılında Erzurum’a vali olarak atandı. 2 yıl kadar yaptığı valilik görevinde halkı memnun eden, fırsatçılara göz açtırmayan, asilerin planlarını başına geçiren genç, dinamik, zeki ve dürüst bir vali idi. Her şeyini devleti uğruna feda edebilecek, hayattaki en önemli makamın şeref olduğunun bilincinde bir görev adamıydı. 1660 yılında babasının rahatsızlığı ilerleyince İstanbul’a dönmüştü, yeniden payitahttaydı artık. Hemen işe koyuldu ve babasına yardımcı olmaya başladı. Malum, babası Mehmet Paşa kısa sürede pek çok çıkarcı ve fırsatçıyı yok etmiş, halka düzen ve adalet getirmişti. Bu yüzden halk onu ne kadar seviyorsa rakipleri de o kadar nefret ediyordu. Sırf yerini alabilmek için onun ölmesini bekleyen gözünü hırs bürümüş vezirler vardı etrafta. Sonuç olarak 1661’de Köprülü Mehmet Paşa vefat edince 4. Mehmet ve Hatice Sultan, Köprülü Fazıl Ahmet Paşa’yı sadrazamlık görevine getirdi. Köprülü Fazıl Ahmet Paşa, henüz 25 yaşında sadrazam olmuştu. Tecrübesiz miydi? Liyakatsiz miydi? Torpille mi bu makama geldi? Hayır! Hayır! Hayır! Bilakis o makama layık olan en doğru kişiydi. Hem akıl yaşta değil baştadır demişti büyükler. Bazen yaşı genç ama ehil olanlar da çıkabilirdi. Tecrübe yaşanarak öğrenilen bir şeydi ne de olsa.

Genç bir vali, genç bir sadrazam, genç bir general! Göreve geldikten hemen sonra kendisini zorlu bir görev bekliyordu. O sıralar Osmanlı Devleti’nin arasının fena halde bozuk olduğu Avusturya, düşmanca tavırlar sergilemekten kaçınmıyor ve anlaşma şartlarını ihlal ediyordu. Tüm ikazlara rağmen geri adım atmayan Avusturya’ya bir ders verilmesi ve sınırların tekrar güvenli hale getirilmesi gerekiyordu. Bu sebeple büyük bir orduyla Avusturya seferine başkumandan olarak çıktı Fazıl Ahmet Paşa. 1662 yılında başlattığı sefer sonucunda nihayet bugün Macaristan’ın başkenti olarak bildiğimiz Budin’e kadar ilerledi. Bu hamleyi beklemeyen Avusturya çaresizce barış istedi. Daha ortada ciddi bir çatışma bile yoktu. Avusturya, ihtişamlı Osmanlı ordusundan çekindiği için bir meydan savaşı ile Fazıl Ahmet Paşa’ya avantaj vermek istemiyordu. Genç sadrazamın tereddüt içerisinde olabileceğini düşünerek vasat bir anlaşma teklif etti ama bu genç sadrazam onların umduğunun tam aksine büyük bir karalılık gösterip Avusturya için çok ağır bir anlaşma ile karşı teklifte bulununca artık savaş kaçınılmaz oldu. Böylece genç sadrazam işe ilk olarak düşmanın dahi aklına en son gelecek hedeften başladı. Avusturyalılar şaşkındı. Genç sadrazamın deneyimsiz ve şöhret meraklısı biri olduğunu sandılar. Aslında bu hamleye içten içe sevinmişlerdi.

Hedef, İşte O Hedef

En zor olandan başlamak işe. Gayretin sabrını ölçmek… Ne müthiş bir irade. Söz konusu hedef Uyvar kalesiydi. Avusturya’nın başkenti Viyana’nın çok yakınında bulunan ve Osmanlıların, Viyana Kuşatması öncesinde ellerine geçirmek zorunda oldukları bir kaleydi. Bu yüzden Avusturya yıllarca bu kaleyi sağlamlaştırmak için çabalamıştı. Malum, 1529’da Kanuni Sultan Süleyman, Viyana önlerine çok kolay gelmişti ve Viyana kaybedilmekten son anda kurtulmuştu. Avusturya böyle bir tehlikeyle bir kez daha karşı karşıya gelmek istemediğinden Osmanlıları, Viyana’ya gelmeden önce durdurmak için Uyvar’ı bir direnç noktası haline getirmişlerdi. Avrupa’nın çeşitli savaş mühendislerini bunun için kullandılar. Her türlü kuşatmaya karşı önlemler aldılar. Bu haliyle Uyvar Kalesi tüm Avrupa’da Türklerin durdurulacağı kapı olarak görülmeye başlandı. Sanki tüm Avrupa’yı koruyan güçlü ve yüce bir kapıydı. Avrupalılar Uyvar sayesinde kendilerini güvende hissediyorlardı.

İşte Köprülü Fazıl Ahmet Paşa’nın ilk hedef olarak belirlediği kale böyle bir kaleydi. Şimdi kendinize sorun. Empati yapın. Siz olsanız buradan mı başlarsınız?Ya başarısız olursanız ne olacak? Bunları bir düşünün! Hakkınızda yayılan genç, deneyimsiz dedikodularına meydan vermez misiniz? Başarısızlık halinde payitahta dönünce rakiplerinizin altınızı oymasına fırsat verecek mükemmel bir koz olmaz mı bu? Hem de görevinizin ilk yılında ilk ciddi savaş deneyiminizde padişahın ve valide sultanın size olan güveni sarsılmaz mı?

Risk! Büyük risk! Ama hesaplı yapılan bir iş riskler içerse de başarı şansı yüksek ise eğer denemeye değer değil midir?

“Fort Comme Un Turc” yani “Türk gibi güçlü”

Evet, beklenen oldu. Osmanlı ordusu Uyvar’ı kuşattı. Tüm o şayialar, efsaneler, alınamaz denen Uyvar Kalesi kısa bir süre sonra teslim oldu. Avrupalılar için büyük bir propaganda malzemesi tarih oldu. Viyana sarsıldı. Avrupa titredi. Bu haber tüm Avrupa’da çalkalandı. Avrupa’da “Türk gibi güçlü” deyiminin doğmasına sebep oldu. Büyük bir tereddüt ve heyecan yarattı. Fransa, Brandenburg, Saksonya, Baden, Bavyera, Münster, Almanya, Lehistan, Avusturya, Piyomente ve daha niceleri…

“Türkler Uyvar’ı aldıysa diğer baharda buraya gelirler.” diye büyük ve derin bir ümitsizliğe büründüler. Hatta Fransa kralı Avusturya’ya 30.000 kişilik bir destek ordusu gönderme teklifinde bulundu. Türkler durdurulmalıydı. Viyana geçilmemeliydi. O yüzden Türk ateşi uzakta söndürülmeliydi. Tüm Alman devletleri, İtalyan devletleri seferber oldular. Papa derhal harekete geçti. Tüm Avrupa’yı Hıristiyanlığı korumak için birlikte hareket etmeye çağırıyordu.

Acaba sonrasında neler oldu? Bir dahaki yazımızda anlatmaya devam edeceğiz.

Sağlıcakla kalınız…

Emrah Öztürk

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu