EdebiyatYazılar

Edebiyatın Notaları

“Müzik ruhun gıdasıdır” derler. Kesinlikle katılıyorum. Uykusuz, huzursuz, insanın bilincini kapatıp rahatlayamadığı zamanlarda açıp dinlediği kendisine iyi gelen bir parçası vardır mutlaka. Bu belki bir yağmur sesi, belki su-okyanus sesi, belki de sakinleştirici bir müzik aleti misal piyano sesidir. İşin aslı müzik sadece bu işe yaramaz. Tüm duygularımızı açığa çıkarır ve bizim hal-hareketlerimizi, yaptığımız eylemleri de etkiler. Örneğin spor yaparken daha hareketli parçalar tercih edip daha aktif olmaya çalışırız ya da yağmurlu bir günde genelde sakin biraz da melankolik parçalar seçip içimize kapanırız. Bizi böylesine etkileyen müziğin bir kolu edebiyattır mutlaka. Dinlediğimiz yanık türküler, neşe veren oyun havaları, ilahiler, şevk veren şarkılar hepsi edebiyat mahsulüdür. İşe bu gözle baktığımız ve aradaki bağlantıyı kurduğumuz taktirde özellikle öğrenim gören kesim için iş biraz daha kolay olacaktır. Derste karşısına gelen bir şiir metninin aslında dün akşam falanca gruptan dinlediği uyarlama olduğunu anlayınca gözünde yanan ışık ile ona olan ilgi muhtemelen daha fazla olacaktır. Bu yolla edebiyat dersi ile öğrenci arasında bir duvar daha kalkacak ve meraklısı için görmediği daha nicelerini araştırma hevesi olacaktır.

 

Bu durum sadece ders alan bir öğrenci için geçerli değildir. Bana kalırsa bu topraklarda yaşayan herkesin bir şekilde türküler, ilahiler, şarkılar, nefesler ile bir bağlantısı olmalıdır. Çünkü saydığımız şeyler aslında birer kültür taşıyıcısıdır. Örneğin bir türküde “ ağlama yar, ağlama anam, mavi yazma bağlama” der. Çünkü mavi Balkan coğrafyasında yas tuttuğunu belli etmek maksadıyla kullanılan bir renktir. Bu değeri ta nerelerden bize getiren şey şu kısacık türküdür. Hatta bununla da kalmayıp türküler bize tarihten belli olayları hatırlatır. Cem Karaca’dan dinlediğimiz “Avşar Elleri” parçası aslında kitaplarda asiliği , yiğitliği ile bahsedilen Dadaloğlu’na aittir. Burada Osmanlı’nın Toroslardaki göçebe halkı yerleşik hayata geçirme isteğine karşı görürüz. Direnişin “Ferman padişahın dağlar bizimdir.” sözü ile ne denli güçlü ve gözü kara olduğunu fark ederiz. Bununla birlikte Lale Devri’nde yaşamış kıymetli şair Nedim’in o dönemin zevk, sefa üzerine kurulu lüks ve şaşaalı hayat tarzını yansıttığı şiirlerinin de Nur Yoldaş ve Mor ve Ötesi gibi grup ve şarkıcılar tarafından ifa edildiğini görebilir ve bunu tarih ile ilişkilendirebiliriz.

 

Tüm bunlara verilecek pek çok örnek vardır fakat işin aslına gelirsek, müzik, edebiyat, tarih, vb. şeyleri kendi kafamızda kategorilere ayırıp birbiriyle hiç alakası olmayan oluşumlar olarak görmemek gerekir. Hepsi hayatımızda homojen şekilde iç içe geçmişken neden zihnimizde ayrı sınıflara ayırmak zorunda kalalım? Müzik kitlelerce bu kadar çok sevilip akılda kalıcılık özelliği  ile bilinirken, edebiyat ile ilişkisi de böylesine kuvvetliyken neden edebiyat öğretmek ve öğrenmek için bu sentezi kullanmayalım? Bu bunlar için bence önce zihnimizdeki edebiyat ve müziği ayırdığımız duvarlardan kurtulmak gerekir. Sonrasına işin tadını çıkarmak kalır. Keyifli okumalar…

 

 

Hilal Yücebaş

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu