Yazılar

Yakamızı Bırakmayan Sendromlar- I

 

Tükenmişlik sendromuyla devam ettiğimiz yazı dizimizde diğer psikolojik kökenli sıkça duyduğumuz sendromlara da değinmek istedim. Sendromlar aileden kalıtsal ya da edinsel nedenlerle ortaya çıkmaktadır. ‘’ Sorun, mesele, sıkıntı’’ olarak tanımlanmaktadır. Tıp dilinde ise belirgin olarak ele alınan; nedenleri tek tek açıklanamayan, birlikte rastlanılan semptomları tanımlamakta kullanılır. Sendromlar başlangıçta aralarında ilişki yokmuş gibi duran ancak bir araya geldiğinde olgu olarak kendini belli etmektedir. Bu sendrom olgusu altında yatan bulgular bir hastalıkla açıklanabildiğinde artık sendrom olmaktan çıkmaktadır. Sendromun ortaya çıkışında bir takım bireysel faktörler; aile, yaş, cinsiyet, eğitim, sosyoekonomik düzey, demografik unsurlar, geçmiş yaşantısı, iş deneyimleri gibi birçok değişkenle ortaya çıkmaktadır. Bireyler sendromlarıyla kimi zaman başa çıkmaya çalışır kimi zaman ise ustalıkla kamufle etmeye çalışır. Bir takım deforme davranış biçimleri oluşturan sendromlar, özellikle kamufle edilmeye çalışıldığında çevresine daha zarar verici olmaktadır. Sendromların kraliçesi pazartesi sendromuyla başlayalım.

Pazartesi Sendromu:

Pazartesi günleri çalışanlar, aileler ve çocuklar için yaşanılan bir sendromdur. Pazartesi sendromun etkisi genellikle çocukluk, okul yıllarından başlar; pazar gecesinde yapılan okul hazırlıkları, çocukların erken uyumak istememeleri aslında pazar gece sendromunu oluşturmaktadır. Hafta sonunun bitecek olması kişide gerginlik hissi yaratabilir. Hafta sonu değişen uyku düzeni ise bu gerginliğe sebep olan diğer faktördür. Hafta sonunu iple çeken ve daha çok ödül olarak gören kişiler bu stresi daha sık yaşamaktadır. Stresi yaratan ve baskı oluşturan etmenler değişmeyince onlara verdiğimiz tepkilerde değişmemektedir. Pazartesi günleri yaşanan endişe, kaygı, isteksizlik gibi rahatsız edici duygular her hafta başında tekrarlanır ve tetiklenir. Bu sendromun altında yatan en önemli sebep başarısız olma korkusudur. Başarısızlık hissiyle başladığımız haftaya başarılı olduğumuzu gördükçe bu kaygı haftanın diğer günlerinde unutulur. Pazartesi gününün olumsuzluğunun yanında cuma gününün de aslında bir sendrom oluşturduğunu olumluluk etkisiyle görmezden geliriz. Çünkü cuma günleri haftanın işin veya okulun son günü olarak rahatlama, hafifleme hislerimiz keyifli bir bekleyiş sonunda cuma sendromunu oluşturmaktadır. Bu sendromda pazartesi günlerinin suçu yoktur; çünkü yapılan araştırmalara göre haftaya ilk iş günü pazartesi değil de salı günü olan bireylerin bu sefer de aynı semptomlarla salı sendromu yaşadığı görülmektedir. Pazartesi sendromu sadece iş veya okul hayatı için değil, pazartesi başlanan diyet, pazartesi başlanan sporda sendrom oluşturmaktadır. Pazartesi sendromuna diyet serüvenini genellikle hafta sonu düzensiz beslenme ve pişmanlığın verdiği kaygı oluşturmaktadır. Pazartesi sendromunu ortadan kaldıramayız belki ama etkisini azaltabiliriz. Her durumda olduğu gibi pazartesi sendromunda da ilk etapta sorunun kaynağını bilmek önemlidir. Olumsuzluk yaratan durumları önceden kestirebilmek önemlidir. Hafta sonu değişen uyku düzeni haftaya daha yorgun, baş ağrılı, unutkanlıkla başlamaya sebep olur. Uzmanlara göre; hafta sonunda daha fazla uyku, hafta başına daha yorgun başlamaya sebep olmaktadır. Kişilerin sabit kilolarını korusalar bile pazartesi günleri kiloları daha artmış olabiliyor. Sağlık açısından kan basıncının en yüksek olduğu gün pazartesi günleri olup kalp krizi riskini de en fazla barındıran gün olmuştur. Pazartesi günlerine yüklediğimiz olumsuz şartlandırmaları iyileştirmek gerekmektedir. Düzenli bir yaşam biçimi ve zaman yönetimi sendrom yaşamaktan alıkoyar. Keyif alınan aktivitelerin pazartesi gününe planlanması haftaya daha iyi başlamaya yardımcı olabilir. Hafta sonu biyolojik saatimizi bozmamak önemlidir. Aciliyeti olan işlerin pazartesi gününe planlanmaması da sendrom etkisini azaltacaktır. Kapitalist sistem içerisinde zamanı da her şey gibi ‘’bitti-bitecek’’ olarak yaşayan bireyler haftayı da tüketip sadece hafta sonuna odaklanırlar. Modern zamanın rekabetçi, aşırı hırslı hayatı bu durumu tetikler. Ne demiş Cahit Zarifoğlu: ‘’ Pazartesi sendromu sosyete şımarıklığıdır. Ekmeğinin peşinde olanlar için Pazartesi, Besmeledir.’’

Hastalık Hastası Sendromu:

Herhangi bir hastalığı olmadığı halde, kişinin şiddetli ve ciddi bir hastalığı olduğuna en az 6 ay süreyle inanması ve bu konuda korku yaşamasıdır. Bu kişiler genellikle doktor beğenmezler, doktor doktor gezerler ve aynı durumu çocukları içinde yaşarlar. Bedenlerini sık sık kontrol ederler, internette okuduğu gördüğü her hastalık semptomu taşıdığına inanırlar ve kimi zaman bu hastalıklarına doktoru da inandırırlar. Halk arasında hastalık hastalığı dediğimiz Hipokondriyasiz sendromunu ileri boyutu genellikle birbirleriyle karıştırılan Munchausen sendromu oldukça ciddi bir boyuttur. Munchausen Senromu adını aldığı Karl Van Munchausen 18. yüzyılda yaşamış bir Alman baronudur ve Rus ordusunun paralı süvarisi olmuştur. Rus -Osmanlı savaşından dönüşte arkadaşlarına, komşularına kahramanlıklarıyla ilgili öyküler anlatırdı. Öyküleri o kadar abartıldı ve yayıldı ki; sonunda yalan olduğu ortaya çıkınca yalancılığıyla ünlendi. Bu nedenle yalan hastalık öyküleri anlatanları tanımlayan sendroma ismi verilmiştir. Munchasen sendromu ilk kez 1951 de hastane hastane dolaşıp hastalık öyküleri uyduran ve kendilerine gereksiz yere cerrahi girişimler uygulanmasına razı bir grup hastayı belirtmek için Asher tarafından kullanılmıştır. Bu sendrom altında yatan sebepler genellikle sosyoekonomik faktörlerdir. Çocukluklarında yeterli ilgi görmemiş kişilerde daha fazla görülmektedir. Çocuklukta ilgi çekmek için yapılan hastalık numaraları yetişkin olduktan sonra yalan hastalıklara dikkat çekmeye çalışmaktadır. Birçok kez hastaneye yatarlar ve acı verici tedavilerden zevk alırlar. Psikolojik bir rahatsızlık olan bu sendrom, kişinin gerçek olmamasına rağmen ruhsal veya fiziksel bir çeşit saplantı ve yapay bozukluktur. Kişi hastalık rolünü benimser ve bedensel, psikolojik belirtilerini gösterir daha çok taklit eder. Kişi kendisini çevresindekilere karşı yaralı göstermek ister. Bu kişiler ‘‘hastalık hastası’’ olarak vakalardan ayrılır. Çünkü bu sendroma sahip kişiler sağlıklı olduklarını bildikleri halde yalan söylerler. Çocukken istismara uğramış ya da ihmal edilmiş, daha önce ciddi bir hastalık geçirmiş ya da sevdiği birinin hastalığına şahit olmuş, sürekli suçluluk ve cezalandırılması gerektiğini düşünen, özgüveni düşük, kronik depresyonu olan genç ve yetişkinlerde daha fazla görülmektedir.

Kötü Koku Sendromu (Olfaktör Referans Sendromu-Ors):

Kişinin bedeninden kötü koku yaydığı yanlış ve ısrarlı inancıyla giden bedensel tipte bir sanrısal bozukluktur. ORS hastaları kokudan kendilerini sorumlu hisseder ve büyük utanç yaşamaktadır. Bu sendromu yaşayan bireyler genellikle toplum içine çıkmaktan kaçınır ve sosyal yaşamları sınırlıdır. Kişi bu kötü koku yüzünden insanların kendilerine olumsuz düşünceler taşıdığını düşünmektedir. Kendilerini bu kötü koku için suçlu hissetmektedir. ORS sıklıkla ergenlikte, erken yaşlarda başlar ve bekar erkeklerde daha sık görülmektedir. Bu sendrom depresyona sebep olabilmektedir. Var olmayan kötü koku için sıklıkla özür diler, sık sık diş fırçalar ve kıyafetlerini değiştirirler. ORS hastaları beden kokularıyla aşırı meşgul olurlar ve şizofren hastalarından farklı olarak, bu durumun kendilerine dışarıdan empoze edildiğini öne sürerek, tam aksine kendilerini suçlamaktadır.

Bir sonraki yazımda kaldığımız yerden yakamıza yapışan sendromlardan devam edeceğiz. Sendromsuz sağlıklı günler dilerim.

Ayşe YAZICI

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu