Kültür - MedeniyetTarihYazılar

Ayasofya – II : Fethin Sembolü

Kıymetli okurlarım… Ayasofya yazımızın kalan kısmına devam ediyoruz…

Fetihten 2 gün öncesiydi. Ayasofya’nın kubbelerinde, uzaktan bakınca Ayasofya yanıyor algısı oluşturan kızıl ışıklar görülüyordu ve birden Ayasofya’nın üstüne çöken bulutlar şimşeklere dönüşmüştü. Bunu gören Konstantinopolis halkı Ayasofya’nın yıkıldığını ve yandığını gördüklerini iddia ettiler. Bu görüntünün bir lanet olduğunu ve artık Konstantinopolis’in Türkler tarafından fethedileceği anlamına geldiğini düşündüler. Bu olaydan sonra halkın inancı kırılmıştı ve şehrin savunmasında zafiyetler ortaya çıkıyordu ve 2 gün sonra ise fetih gerçekleşti.

Sevgili okurum, birçok tarihçi Sultan Mehmet’in kuşatmaya başlamadan önce bir ay tutulmasını hesapladığını ve Konstantinopolis ahalisinin gördüğü bu görüntünün aslında bir kanlı ay tutulması neticesinde Ayasofya’nın kubbesinde oluşan yansımalar olduğunu söylerler. Sultan Mehmet! Ne zeka, ne seciye.

Osmanlılar fethettikleri yerlerde sembol haline gelmiş önemli yapıları kılıç hakkı olarak camiye çevirirlerdi. O yapı artık orada İslam bayrağının dalgalandığının alameti olurdu. Artık İstanbul fethedilmişti ve Sultan Mehmet şehire girmiş Ayasofya’ya doğru ilerliyordu. Ayasofya’nın heybetinden çok etkilenen Fatih Sultan Mehmet kubbelerine kadar Ayasofya’da gezinmiş ve yanındakilerden birine hemen orada ezan okutmuştur ve şükür namazı kılmıştır.

Bir diğer efsane ise şöyledir: Halkın bir kısmı fetihten önce Ayasofya’ya sığınmış ve başlarında bir papaz eşliğinde ayin yapmaktaydılar. Şehir fethedilip Ayasofya’nın kapısından içeri Sultan Mehmet ve beraberindekiler girdiği esnada bu papaz elinde Hz. İsa’nın meşhur Kutsal Kase’si olduğu halde bir kapıya doğru yönelip kapıdan geçip kaçmayı başarmış ve o papaz kapıdan geçtikten sonra orası bir duvar haline gelmiştir. Rivayete göre İstanbul bir gün tekrar Hristiyanlar tarafından geri alınırsa o duvar tekrar kapı olacak ve o papaz elinde Kutsal Kase ile kapıdan içeri girecektir.

Hatta yine Sultan Mehmet Ayasfoya’ya girer girmez yaptığı incelemeler sırasında bir erkek sesi duyar. Ayasofya’nın kapalı odalarından birinde tutuklanmış bir keşiş bulunur. Bu keşiş İmparator Konstantin’e İstanbul’un Türkler tarafında fethedileceğini söyleyen kişidir. Bu söylemi üzerine Ayasofya’ya hapsedilmiştir.

Fatih Sultan Mehmet, fetihten sonraki ilk Cuma olan 1 Haziran 1453’te Ayasofya’nın namaz için hazırlanmasını istemiştir. İstanbul’da ilk Cuma namazı Akşemseddin’in hutbesi ile Ayasofya’da kılınmıştır.

Burada bir efsaneden daha bahsetmek istiyorum. Ayasofya’nın yönünü kıbleye Hızır a.s.’ın çevirdiği rivayet edilir hep. Lakin bu da bir efsanedir. Olayın aslı şöyledir. Fatih Sultan Mehmet tarafından atanan ilk İstanbul Kadısı Hızır Çelebi’den Ayasofya’nın kiliseden camiye çevrilmesi istenir. Hızır Çelebi bir süre sonra caminin mihrabını kıble yönüne çevirip ibadet düzenini ayarlayınca “ Hızır Kıble’yi çevirdi.” Söylentisi dillenir. Tabi o günden bu güne bu mesele Hızır aleyhisselam olarak gelmiştir. Nitekim Ayasofya’ya gittiğinizde bunu görebilirsiniz.

İstanbul’un fethi ve Ayasofya’nın camiye çevrilmesiyle Osmanlı Devleti artık İslam dünyasının lideri, Batı’nın karşısında önemli bir güç haline gelmiştir. Sevgili okurum, burayı iyi analiz etmek gerekir. Ayasofya’nın İslam’ın eline geçmesi Batı tarafından hiç de kolay hazmedilebilecek bir durum değildir. Bu sebeple Hristiyanların manevi lideri Papa, defalarca Hristiyanlara “Haçlı Seferi” çağrısı yapsa da karşılık bulmamıştır. Çünkü Batı’nın tüm moral ve motivasyonu çökmüştür. Artık Ayasofya ezanlarla süslüdür ve Batı’nın İstanbul ile beraber morali, Ayasofya ile beraber inancı düşmüştür.

İşte Ayasofya’nın önemi budur. O günden beri Hristiyanlar Ayasofya’ya ve İstanbul’a tekrar sahip olmak, hâkim olmak ve Osmanlıları buradan çıkarmak için daima planlar yaptılar.

Tarih boyunca defalarca Ayasofya hamlesinde bulundular. Yazımın bu noktadan sonrası biraz duygusal olabilir. Çünkü bizi İstanbul’dan çıkartamayanlar nasıl oldu da Ayasofya’dan çıkarttı, onu yazacağım.

 

1453 yılından beri Ayasofya İslam’ın ve Osmanlı’nın göz bebeği oldu. Lakin 1. Dünya savaşı ile birlikte yıkılmaya başlayan Osmanlı nihayet sona ermişti. Osmanlı’yı bu topraklardan silemediler. Aziz milletimiz tekrar toparlanmaya muktedir oldu.  1453’den beri Ayasofya üzerinde hala kiliseye geri çevirme emelleri olan Batı, bunu başaramasa da en azından cami olmaktan çıkartıp secdeye kapatarak müze haline çevirdi ve kendi figürlerini orada sergiletmeyi, gün yüzüne çıkartmayı başardı.

Peki Ayasofya nasıl müze haline getirildi?

1934 yılında alınan bir bakanlar kurulu kararı ile Ayasofya cami statüsünden çıkartılıp ibadete kapatılarak müze haline getirildi. Bu konuda farklı görüşler vardı. Bir görüşe göre dönemin şartları önemlidir. 1. Dünya Savaşı’ndan çıkan Türkiye diplomatik olarak Avrupa ile ters düşmek istemediği için Ayasofya’yı müze haline getirmiştir. Bir gruba göre ne olursa olsun yapılan yanlıştır.  Ve Fatih’in emanetine ihanet edilmiştir. Bu bakanlar kurulunun altında bizzat dönemin Cumhurbaşkanı sıfatı ile M.Kemal’ ATATÜRK’ün imzasının olması da bu meseleyi hep bir siyasi çekişme olarak gölgelemiştir. Ayasofya bir takım anlaşmaların kurbanı mı oldu? bilemem. Açılabilir mi onu da bilmem, lakin açılması gerektiğini bilirim. Çünkü Ayasofya Fatih Sultan Mehmet ve bil cümle askerinin kılıç hakkıdır. Fethin sembolüdür.

Neden açılmadığı konusuna gelince de herkes birtakım şeyler söylüyor malum. En büyük korku Batı ve Avrupa ile yaşanacak büyük diplomatik krizler ve yaptırımlar. Çünkü hala Batı için Ayasofya aynı önemi taşıyor. Bizim için aynı önemi taşıyor mu bilmem. Çok az insan var Ayasofya’nın önemini kalbinde hisseden. Ben de bu dertlilerden biriyim açıkçası. İstanbul’a ne zaman yolum düşse kendimi Ayasofya’nın ihtişamına bırakıp, saatlerce tefekküre dalarım o muhteşem mabette.

Hatta yıllardır Ayasofya’nın orta yerinde bir cenaze gibi duran o tadilat iskeleleri de hep zoruma gider.

Bugün Ayasofya’nın durumunu anlamak için bir de Türkiye siyasetini, dünya siyasetini anlamak gerekmektedir.

Dua ediyorum. Allah bir gün bize Ayasofya’nın zincirlerini kırmayı nasip edecektir.

Ve şu sözlerle bitirmek istiyorum yazımı.

“Demek ki Ayasofya ne taş ne çizgi ne renk ne hacim ne de bütün bunların madde senfonisi; sadece mana, yalnız mana.”

Yakup Kaya

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu