TarihYazılar

Bizim De Mitolojimiz mi Varmış?

 

Mitoloji denildiğinde insanların aklına ilk olarak antik Yunan, Mısır ve Roma tanrıları ile İskandinav mitolojisinden elfler, cüceler gibi varlıklar gelir. Mitoloji kavramı neredeyse bu medeniyetlere ve olgulara indirgenmiştir. Bunun sebebi elbette ki hem sinema hem edebiyat hem de oyun dünyasının mitoloji temalarında bu kültürleri işlemesidir. Aslında dünya üzerindeki hemen her millet ve medeniyet kendi mitolojisine sahiptir. Bunu kendi kültürlerine, tarihlerine hatta sosyal yaşamlarına bile yansıtır. Bunlardan birisi de dünya üzerindeki en kadim milletlerden olan Türk milleti ve medeniyetidir.

Konuyu incelemeye başlamadan önce mitoloji kavramını iyi anlamak gerekir. En yalın haliyle mitoloji bir ulusa veya dine ait efsaneler bütünü olarak tanımlanabilir. Yani mitoloji illa ki efsanevi yaratıklar veya kahramanlardan ibaret değildir. Dinlediğimiz masallar, türküler hatta sosyal hayatımızda uyguladığımız birçok gelenek bizim mitolojimizin birer yansımasıdır. Peki kültürel mirasımızı sosyal hayatımıza bu kadar yoğun yansıtmamıza rağmen Türk Mitolojisi kavramı neden bize bile absürt geliyor?

Bunu iki sebebe bağlayabiliriz. Öncelikle konunun başında belirttiğim gibi mitoloji kavramının sadece belirli medeniyetlere indirgenmesi. Mitoloji kavramı sadece bu medeniyetlerin mitlerini araştıran bir bilim dalı olarak görülüyor. Çünkü bu mitolojiler aynı zamanda popüler kültürün birer parçası haline gelmiş durumda. Bugün herkes en az 5-6 tane Yunan Tanrı-Tanrıça ismi sayabilir. Belki kökenini bilmez ama İskandinav mitolojisinin unsurları olan elfleri, cüceleri ve orkları aralarındaki ırki farklara kadar anlatabilir. Bu mitolojiyi en iyi kullanan eserlerden biri olan Yüzüklerin Efendisi serisinin 1937’de yazılmaya başlandığını da unutmamak gerek. Kaldı ki akademik çalışmalar da bu alanlara yoğunlaşmış durumda. Çünkü bakıldığı zaman bahsettiğimiz medeniyetlerin çoğu tarih boyunca yerleşik kültürlere sahipler. Hal böyle olunca da inşa ettikleri şehirlerin ve meydana getirdikleri eserlerin hemen her köşesinde kendi mitolojilerinin yansımaları günümüze kadar ulaşmayı başarabilmiştir. Yani ulaşılması ve incelenmesi daha kolay olan mitolojilerdir. Bizler ise göçebe kültürün getirdiği bir etki ile sözlü kültüre sahip bir medeniyetiz. Birçok destan ve anlatı yüzyıllar boyunca nesilden nesile anlatılarak aktarıldığı için şehirden şehire dahi farklılıklar barındırabiliyor. Bu sebeple bu anlatıların derlenmesi ve kökenlerinin incelenmesi çok daha zor. İkinci olarak da yine bu konuda değindiğimiz gibi bizim kültürel mirasımızı hayatımıza oldukça yoğun yansıtmamızdır. Bizim toplumumuzda da tıpkı Asya topluluklarının çoğunda olduğu gibi siyah ve beyaz oldukça net kavramlardır. Grinin toplumumuzda yeri yok denecek kadar azdır. Tarihi kavramlar da bizim için ya tamamen doğru ya da tamamen uydurmadır. Toplumumuzun büyük bir kesiminde destanlar ve efsaneler genellikle tarihi gerçeklikler gibi görülür. Öyle ki kendi adını taşıyan destanla tanınan ve Türklerin babası olarak nitelendirilen Oğuz Kağan bugün birçok kişi tarafından gerçek bir hükümdar olarak biliniyor. Bazı iddialarda her ne kadar Hun hükümdarı Mete Han ile aynı kişi olduğu söylense de bu da kesin bir bilgi değildir. Yine hemen her Türk vatandaşının en azından adını duyduğu Ergenekon Destanı da birçok insan için en az İstanbul’un fethi kadar gerçek bir tarihi olaydır. Ancak Göktürkler dönemine ait bu efsanenin tarihsel gerçekliğini bir kenara koyalım geçtiği coğrafya dahi halen meçhuldür. Özellikle Kazakistan’da yapılan çalışmalarla izi sürülse de henüz net bir sonuç alınabilmiş değildir. Sadece antik zamanlarda da değil yakın dönem hakkındaki efsanelerde de bu durum geçerlidir. Günümüzde Çanakkale’de kaybolan İngiliz ordusu hala birçok insan için tartışılmaz bir gerçektir. Yine Osman Gazi’nin rüyasında gördüğü çınar ağacı ve hiçbir kaynakta geçmese de Şeyh Edebali’nin Osman Gazi’ye nasihatleri de tarihi vaka kabul edilen efsanelerdendir. Bu ve benzeri birçok olay daha sayabiliriz. Sadece tarihi değil, inanç hayatımızdaki davranışlarımızın da birçoğunun kökleri yine mitolojimizde yatıyor. Dilek ağaçlarına bez bağlamak, hamile ve lohusa kadınları yalnız bırakmamak ve bugünlerde bambaşka bir algıya sahip olsa da gelinlere kırmızı gelinlik giydirmek veya kuşak bağlamak sadece birkaç örnek. Bu ve benzeri sebeplerden ötürü ülkemizde bırakın mitolojimizi başkalarına anlatıp dünya mirası haline getirmeyi, kendimiz bile öğrenmekte zorluk çekiyoruz.

Ülkemizde özellikle son yıllarda tarihe merak ve yönelim artmış durumda. Bunda şüphesiz son yıllarda başta televizyon ve sinema olmak üzere sanat ve edebiyat alanında ortaya çıkan eserlerin de büyük payı var. Bunlardan bazıları yer yer efsane ve mitolojiyi iyi işlese de çoğunda bu durum maalesef geçerli değil. Az önce bahsettiğimiz gibi efsaneleri gerçek vaka gibi görme meyli bu mecralarda da kendini gösteriyor. Yaşadıkları dönemlerin arası neredeyse yüz yılı bulan kişilikler sanki yıllarca berabermiş gibi anlatılıyor. Ayrıca yapım ve eserlerin kalitesi dünya çapındaki muadillerine bakınca da oldukça geride kalıyor. Bu durum da bırakın kendinizi dünyaya anlatmayı, kendi içimizde dahi tartışmalara sebep olmaktan öteye gidemiyor. Bu alandaki akademik ve bilimsel çalışmalar da maalesef yok denecek kadar az. Yalnız Türk Mitolojisi de değil, yaşadığımız Anadolu coğrafyasının derinlerinde gün yüzüne çıkmayı bekleyen onlarca medeniyet ve mitoloji de maalesef yetersiz çalışmalar nedeniyle binlerce yıldır unutulmuş vaziyette uyuyor. Halbuki insanlığın en eski yerleşim alanları olan bu toprakların hikayeleri sadece bizi değil, tüm insanlığı kendisine hayran bırakıp adından söz ettirecek hazinelere sahip. Eğer gerekli ilgi gösterilip çalışmalar yapılsa yaklaşık 5000 yıllık bir tarihi dönemde başta Hitit, Grek, Roma ve Türk medeniyetlerini bünyesinde barındırmış bu coğrafyadan çıkabilecek eserleri hayal etmek bile insanı heyecanlandırmaya yetiyor.

Görüldüğü gibi her millet gibi bizde kendi mitolojimize sahibiz ve bu mitoloji kültürel varlığımızın vazgeçilmez bir parçası. Türk Mitolojisinden tamamıyla burada bahsetmemiz elbette ki imkansız. Çünkü Türk Mitolojisi bazı kesimlerin sandığı gibi şaman davulu figürleri ve Bozkurt imgesinden ibaret değildir. Başlı başına dev bir külliyatı, sayısız sembol, varlık ve efsaneyi barındırır. Ayrıca bilinen örneklerinin aksine mitoloji bizim hayatımızın ayrılmaz bir parçası. Ve bugün hayatımızdaki kavramların mitolojik kökenlerini öğrendiğimizde şaşırmamak elde değil.

Alperen KÖSE

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu