PsikolojiYazılar

Öfkeyle Kalkan Zararla Oturur: Saldırganlık

 

 

Duygular hakkında konuşurken her zaman öfkenin doğal bir duygu olduğundan bahsetmişimdir. İnsan üzülür, sevinir, sinirlenir, kaygılanır, neşelenir bu böyle devam eder. Temel duygularla ilgili pek çok tasnif olmasına rağmen hepsinin içinde öfke duygusuna rastlayabiliriz. Kısaca demek istediğim öfkenin var olması ile ilgili bir derdimizin olmadığı. Peki, ama neden öfke bu kadar soruna neden oluyor? Bu kadar doğal ise öfkesini yenen insanlar neden diğerlerinden daha üstün görülüyor? Öfkeye kapılmak ve bunun sonucunda hata yapmak doğal değil miydi? Mahkemeler neden bir anlık öfkesinin kurbanı olanları affetmiyor? Hemen kısaca kendimce bulduğum cevabı vereyim: mesele öfkelenmek değil öfkemizin sonucunda neler yaptığımız.

Öfkeyi yenmek, ortaya çıkardığı enerjiyi bastırmak/bastırmaya çalışmak kolay mıdır? ya da doğru mudur? O kadar söylenmedi mi bize duyguları bastırmayın sonunda bir yerden patlak verir diye. Budist rahipler gibi meditasyonla bu işin üstesinden gelebilir miyiz? Aslında hepsine verecek net bir cevabım yok. Vereceğim cevapların herkes için doğru ve geçerli olacağını da düşünmüyorum. Bildiğim birkaç konu var onlardan bahsedeceğim. Öncelikle bence mesele öfkelenmek değil bunun dışa vurum şekli olan saldırganlık ya da şiddet.

Saldırganlığın kökenine bakıldığında tartışmalar günümüze kadar süregelmektedir. Saldırgan davranışlar gösteren kişiler üzerine yapılan araştırmalar biyolojik sorunları işaret ediyor. Bazı hormonların fazla ya da az salgılanması vs. saldırgan davranışlar sergileyen insanlarda ortak bir özellik olarak dikkat çekmekte. O zaman herkese verelim ilacı pamuk gibi olsunlar denebilir ama öfkelenecek kişinin o an kendi kendine ya da başkasından alarak o ilacı içmesi biraz zor olacaktır zira ben “Öfkelenince pamuk gibi oluyorum, her şey kontrolüm altında oluyor.” diyeni hiç görmedim. Bildiğim kadarıyla neredeyse hepimizin öfkelenince gözü hiçbir şey görmüyor.

Psikanalitik kuramın kurucusu olan Sigmund Freud’a göre davranışlarımıza yön veren ölüm(thanatos) ve yaşam(eros) içgüdülerimizdir. Yaşam içgüdüsü bireysel hayatımızın ve insan ırkının sürekliliğini sağlar; açlık, susuzluk ve cinsellik bu sınıflamadadır. Ölüm içgüdüsüne gelince konu daha kapalı bir hal alıyor. Freud’a göre saldırganlık ölüm içgüdüsünün dışa vurulmasıdır. Her insan farkında olmadığı bir ölüm isteğine sahiptir. Gerçekte kendisine olan yıkıcı eğilimlerini dış dünyadaki nesnelere yansıtır.

Davranışçılara göre ise içsel süreçlerin varlığı ölçülemez ve nesnel olmadığı için kabul edilemez. Davranışlar öğrenme sonucunda oluşurlar. İnsanı doğuştan gelen eğilimler değil çevrenin etkisi biçimlendirir. Saldırganlıkta öğrenilen bir davranıştır. Öfkelendiğimiz zaman bağırıp çağırmak ortadaki sorunu çözüyorsa bunu devam ettirmek oldukça mantıklıdır. Anlaşmazlık çıkan bir konuda ikna etme, sorun çözme veya uzlaşma becerilerimiz gelişmemişse saldırganlık göstererek sorunlar çözülebilir. Sorunlarımız bu yolla çözülüyorsa neden başka bir yol arayalım?

Sosyal Öğrenme Kuramında ise adı Bandura ile anılan,  saldırganlığın büyük ölçüde sosyal çevredeki koşullanmalar, ödül ve cezalarla öğrenilmiş deneyimlerle oluşabileceğine dikkat çeken bir yaklaşımdır. Bu içsel süreçler ve eğilimler reddedilmez, bunların davranışa sosyal öğrenmenin etkili olduğu savunulur. Sosyal öğrenme kuramına göre, birey kendi deneyimlerinden elde ettiği çıkarımlar sonucu şiddet içerikli davranışlara yönelebileceği gibi, dizi, film ya da diğer medya araçlarında şiddet içeren davranışların ödüllendirildiğini görmesinin sonucu olarak da şiddet içerikli davranışlara yönelebilir. Her iki durumda da saldırganlık, sosyal yolla öğrenilmiş bir davranış olarak ortaya çıkmaktadır.

Yukarıda bahsettiğimiz ve daha bahsetmediğimiz birçok kuram ve araştırmacı saldırganlığın kökenini tek başına açıklayamamaktadır. Hiçbiri tümüyle haklı veya tümüyle haksız sayılamazlar. Sosyal öğrenme kuramı, çocuğun gelişim sürecinde yakın çevresinin doğru rol model olmaları gerektiğini vurgularken, bir başka kuram; aidiyet ihtiyacının karşılanması gerektiğini ve farklılıklara karşı hoşgörülü olmayı teşvik etmektedir. Ve bir başkası şiddetin toplumsal olarak onay gören bir değer olmaması gerektiğini söylemektedir. Sevgiyi ön plana çıkaranlar ise; bireyin koşulsuz sevilmesinin ve kabul edilmesinin gelişimindeki önemine dikkat çekmektedir. Bu bakış açılarından ve açıklamalardan yola çıkarak insanı ve davranışlarını anlamaya çalışmak, bilgiler çıkarmaya çalışmak ve uygulamak önemli olandır. Kuramsal bilgilerden yola çıkarak saldırganlığın yayılması ve önlenmesi mümkün olabilir.

Abdulkadir Özel

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu