TarihYazılar

VERMEYİNCE MABUD NEYLESİN MAHMUD

 

Hayatım bir dizi olsa Talihsiz Serüvenler Dizisine rakip olurdu diyeniniz var mı acaba?. Şu yaşadıklarıma inanamıyorum, bu gelse gelse benim başıma gelirdi zaten dediğiniz olaylar. Sizi bilmem ama ben kendi hayatıma bakınca bunu çokça dile getirmişimdir. Yakınımda olan dostlarım başıma gelenleri çok iyi bildiğinden anlattıklarıma yine bizi şaşırtmadın tarzında cümlelerle karşılık verir genelde. Geriye bakınca birçoğuna iyi ki olmamış desem de o an çok üzüldüğüm de bir gerçek.

Bende bu ayki yazımda bahtsızlıkta üzerime yok diyen benim gibi okurlarım için bir hikaye anlatmayı uygun buldum. Okuduktan sonra eminim sizde benden beterleri de varmış diyeceksiniz. Hikaye Sultan Mahmut ve Tıkandı Baba adıyla ünlü kahveci arasında geçer. Bilenleriniz vardır belki ama birde benden dinleyin istedim. Fakat öncesinde Sultan II. Mahmut Dönemi ile ilgili çok kısa bir bilgi vermek isterim:

Mahmut 20 Temmuz 1785 yılında İstanbul’da dünyaya gelmiştir. Babası I. Abdülhamit, annesi ise Nakş-ı Dil Sultan’dır. 30. Osmanlı padişahı ve 109. İslam halifesidir. Şehzadeliğinde yüksek din ve fen ilimleri, askeri teknik bilgiler ve devlet idaresi konusunda dönemin en önemli âlimleri tarafından yetiştirilmiştir. Osmanlı tarihi boyunca belki de en çok dönüm noktasının yaşandığı bir dönemde padişahlık yapmıştır. Devrinin olayları ayrı bir yazı olacak kadar uzun olduğundan sadece belli başlı ıslahatlarından ve dış gelişmelerden söz edeceğim.

Yeniçeri ocağının kaldırılması ve yerine Sekban-ı Cedit’ten sonra Asakir-i Mansure-i Muhammediyye adlı Avrupai bir ordunun kurulması. Sarık, cübbe gibi kıyafetlerin devlet dairelerinde yasaklanarak yerine fes, pantolon, vs. batı tarzı kıyafet zorunluluğu getirilmesi.  Divan-ı Hümayun’un kaldırılması ve yerine bugünkü bakanlıklara benzer şekilde nazırlıklar kurulması. Gerçek anlamda ilk nüfus sayımının yapılması. İlk posta teşkilatının kurulması. Tamamıyla batılı tarzda eğitim veren ilk eğitim kurumu olarak Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane ve ilk harp okulu olarak Mekteb-i Harbiye’nin kurulması. İlk resmi gazete Takvim-i Vakayi’nin kurulması ve yayımlanmaya başlanması dönemin ıslahatlarına örnek olarak verilebilir.

Yine II. Mahmut döneminde Mora isyanı ve Yunanistan’ın bağımsızlığı (24 Nisan 1830). 1828-1829 Osmanlı Rus Harbi, Bükreş antlaşması. Navarin faciası ( Osmanlı Donanması yakıldı). 1828-1829 Osmanlı Rus Savaşı, Edirne antlaşması. Mısır sorunu (1831) – Kavalalı Mehmet Ali Paşa isyanı, Kütahya antlaşması. Hünkar iskelesi antlaşması. Cezayir’in işgali yaşanan önemli olaylar arasında yerini alır.

 

Küçük bilgilendirmenin ardından gelelim hikayemize:

 

Sultan Mahmut Han, bir gün tebdili kıyafet çarşı pazar dolaşıyormuş. Biraz soluklanmak için bir kahvehaneye girmiş. Herkes çaycıya “Tıkandı Baba çay getir, Tıkandı Baba kahve isteriz diye sesleniyormuş. Bu durum Sultan Mahmut’un dikkatini çekmiş ve adamı çağırtıp neden böyle seslendiklerini sormuş. Tıkandı Baba başlamış anlatmaya:

“Bir gece bir rüya gördüm. Rüyamda herkesin bir çeşmesi vardı ve hepsi bolca akıyordu. Benim de çeşmem vardı ama onlarınkine göre daha az akıyordu. Ben de çeşmemin onlarınki kadar akmasını istediğim için elime bir çomak aldım ve başladım çeşmeyi karıştırmaya. Derken çomak kırıldı ve suyum artık damlaya damlaya akmaya başladı. Sonra onlarınki kadar akmasa da eskisi kadar aksın diyerek kurcalamaya devam ettim ve çeşme iyice tıkandı. Sonunda hiç su akmamaya başladı. Ben yine açmak için uğraşırken birden Hızır göründü ve bana ´Tıkandı baba tıkandı, artık uğraşma´ diye seslendi

O gün bu gün adım ´Tıkandı Baba´ kaldı. Hangi dala elimi attıysam o dal kurudu. Ben de burada çaycılık yaparak geçinmeye çalışıyorum.” demiş.

Tıkandı Baba´nın anlattıkları merhametli Sultan Mahmud´u üzmüş. Padişah saraya döndükten sonra bu adama her gün bir tepsi baklavanın götürülmesini ve her dilimin altına bir altın koyulmasını emretmiş. Ertesi gün askerler her diliminin altında bir altın bulunan tepsiyi Tıkandı Baba’ya götürmüşler. Tıkandı Baba tatlıyı alıp evine giderken aklına tatlıyı satıp evin ihtiyaçlarını karşılama fikri gelmiş. Her gün gelen baklavaları satıp geçimini kıt kanaat sağlamaya çalışmış. Bir ay sonra çaycının durumunu merak eden Sultan, tekrar kahvehaneye gitmiş. Tıkandı Baba’yı yine çaycılık yaparken görünce şaşıran Padişah Tıkandı Baba’ya sormuş:

– Tıkandı Baba sana hiç baklava gelmedi mi?

– Geldi Sultanım, hem de her akşam.

– Peki sen ne yaptın o baklavaları?

– Sattım, evimin ihtiyaçlarını giderdim Sultanım.

Bunun üzerine padişah, Tıkandı Baba’nın bu haline üzülüp onu saraya götürmüş. Hazine odasının kapısını açtırarak “Şuradan küreği al, daldır, ne gelirse hepsi senindir” demiş. Tıkandı Baba heyecandan küreği ters tutarak altın yığınına daldırmış. Küreği kaldırıp bakmış ki  küreğin ucunda düşmek üzere olan bir altın var. Bunun üzerine padişah, Tıkandı Baba’ya dönerek “Baba senin burada nasibin yok” demiş

Sonra da adamlarına “Alın bu adamı Mahmutpaşa’ya götürün. Bir taş beğensin. O taşı ne kadar uzağa atarsa o mesafedeki malı mülkü ona verin” diye emretmiş.  Çok sevinen Tıkandı Baba, götürüldüğü yerde taş aramaya başlamış. En sonunda gözüne kestirdiği büyük bir taş parçasını almış, büyük gayretler sonucu kaldırmış ancak tam atacağı sırada heyecandan elindeki taş başına düşmüş ve Tıkandı Baba oracıkta ölmüş.

Adamlarından bu durumu öğrenen Sultan Mahmud bu hadiseyi “Vermeyince Mabud, neylesin Mahmud” sözüyle özetlemiş.

Kıssadan hisseye varıp durumu özetleyecek olursak bazen ne kadar çabalasak da istediğimiz olmazken; beklemediğimiz bir anda bütün işlerimiz rastta gidebilir. Bu duruma ister Allah’ın takdiri deyin ister evrene gönderdiğiniz olumlu mesajların geri bildirimi. Hayatlarımız zorlama ile şekillenmeyecek bu sebeple yaşanan olumsuzluk ne olursa olsun hayat üzülerek harcanmayacak kadar kısa… Gerçekleşmemiş isteklere kafa yormak yerine her anın tadını çıkararak yaşamalı. Atalarımızdan bize yadigar olan;  Kısmetse gelir Hint’ten Yemen’den; kısmet değilse ne gelir elden, Balı parmağı uzun olan değil nasibi olan yer, Gelin bindi deveye gel gör kısmeti nereye sözlerinin boşa söylenmediğini hepsinin bir hikayesi olduğunu unutmamak lazım. Velhasıl bu yazımın son sözü de şu olsun Kısmetsiz dayak bile yenmezmiş vesselam…

Sevgiyle

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu