PsikolojiToplumYazılar

Korku Kültürü

‘’Çabuk yat yoksa öcüler gelir!’’

‘’Bu yemeği bitirmezsen ağzına acı biber sürerim!’’

‘’Yemeğini yemezsen annen olmam!’’

‘’Çok şeker yersen doktor sana iğne yapar!’’

Bu cümleler hepimize bir yerlerden tanıdık gelir. Çocuklara yaptıramadığımız davranışları korkutarak yaptırmaya çalışırız. Daha sonra cesaretini zedelediğimiz çocuğumuzun ne kadar korkak, çekingen ve kendini ifade edememesinden yakınırız. Korku kültürü bireye en yakın birimden aileden beslenir.

Toplumsal korku olarak adlandırdığımız korkma eyleminin kültürel kodlarımızla bütünleştiğinde korku kültürü ortaya çıkmaktadır. Genellikle Türk toplumunda eğitim verirken veya çocuk yetiştirirken bir şekilde korkuturuz. Toplumsal korku; korkulacak bir güç olmadıkça insanların ve kuralların hesaba alınmadığı kültürdür. Bir yaşam felsefesi haline gelen korku kültürü aslında ulus devletlerin ve insanlık tarihinin vazgeçilmez ögesidir. Korku kültürü olgusu insanlık tarihi kadar eskidir ve insanlık tarihinden bu yana hayatta kalma korkusunu güçlü ve güçsüz ilişkisini oluşturmuştur. İnsan her şeyden önce bilmediği açıklayamadığı ya da anlayamadığı şeylerden korkar. Yıldırımdan, ateşten, vahşi hayvanlardan korku duyulması hayatta kalma mücadelesinden geçer. Doğada başlayan güçlü-güçsüz ilişkisi devlet ve insan ilişkilerin belirlenmesinde korku kültürüyle her dönemin yönetim biçimini oluşturmuştur. Korku insani varoluşun en zayıf noktasına hitap eder. Korkunun hakimiyetine giren insanlara istenilen her şeyi yaptırmak mümkündür. İktidar sahipleri yönettikleri insanları birer korku toplumuna dönüştürür. ‘’Aç kalırız.’’ ‘’Düşman istila eder.’’ ‘’Devlet elden gider.’’ cümleleri bilinçaltımızdaki ‘’Çabuk uyu yoksa öcüler gelir!’’ telkinleriyle aynı oranda etki yaratmıştır. Mısır firavunları bu durumu abartarak kendilerini tanrı olarak ilan etmiş ve kavimlerini etrafındaki büyücülerle korkutup halk üzerinde güç ve denetimle mısır piramitlerinin yapılmasını sağlamıştır. Batıniye mezhebinin kurucusu Hasan Sabbah çevresine toplamış olduğu fedailerini birer intihar komandosuna dönüştürerek korku imparatorluğu kurmak istemiştir. Korku kültürünün toplumda egemen olmasını sağlamıştır. Nitekim İslam inancını da özünden koparıp korku aracı haline getirmeye çalışan akımlarda olmuştur. 19. Yüzyıl kapitalizmle insanların yeni korkularla yüzleşmesine sebep olmuştur. Bu korkuyu üretim ilişkileri belirlemiştir. Yapılan savaşlar, darbeler, saldırgan tutumlarla bu korku her millette global ölçekte egemen olmuştur. ABD’nin en tipik korku projesi 11 Eylül saldırıları sonucunda El Kaide olmuştur.

1930’lu yıllarda bir radyo anonsunda ‘’Marslılar dünyayı istila etti.’’ ifadesi yüzlerce Amerikalıyı sokaklara dökmüş ve bu insanlar bilinçsizce güvenli gördükleri yerlere kaçışmışlardır. Günümüzde de daha yaygın olan medyanın olağanüstü gücünü kullanan iktidar sahipleri medyayı bir korku aracına dönüştürmüştür. Modern dünya insanlara trendlerin dışında kalırsan yalnızlaşırsın korkusunu yaratmıştır. Modern dünyanın yeni korku kültürünü trendler oluşturmaktadır. Toplumsal yapıda korku kültürü kitleleşmeye yol açmaktadır. Türk toplumunda gördüğümüz trende uymak için yapılan düğünlerden, bana oy vermezseniz ülke batar diyen siyasi partilerden tutun da tribünde koltuk yakıp ısınan gençlere kadar sosyopatik davranışları oluşturmaktadır. Korkuya dayalı kültürel ortam ‘’sosyopati’’nin artmasının belirgin nedenidir. Korku insana eşlik eden bir duygudur ve bu çoğu kez algılanan psikolojik etki olarak da kabul edilir. Bir toplum; eğitimle toplumsallaşırken iki yol izler. Bunlardan birincisi iyimser bir eğitim anlayışıdır. İkinci yol ise ‘’korkutma, ürkütme’’ sürecidir. İnsanlar anne-babadan, öğretmenden, doktordan, polisten zararlı veya zararsız tüm canlılardan ‘’korku’’ ile uzaklaşma eylemine girmektedir. Türk toplumunda eğitim ve öğretim ister yaygın, ister örgün her boyutta korkuya dayalıdır. Geç kalmaktan korkulur. Koridorda koşmaktan korkulur. Sınavdan korkulur. Sınıfta kalmaktan korkulur. Daha önce yazılarımda bahsettiğim öğrenilmiş çaresizliğin kaynağı da budur. Sadece aileden ve okul ortamında değil, iş ortamında da çalışanlara ‘’korku salarak’’ yönetmek en yaygın yöntemdir. İşsizlik yoksulluk korkusu beraberinde yeteneklerin yoksunluğuna dönüşmektedir. Toplum korkan insanlar topluğu olma yolunda anksiyete bozuklukları taşımaktadır. Hiçbir insan korkmadan bir işe başlayamaz; çiftçi doludan, selden, kuraklıktan korkar. İktidar otorite gücünü yitirmekten korkar. İnsanoğlu yükseklikten, kapalı kalmaktan, karanlıktan korkar. Psikolojik ve sosyal yönleriyle kültürel bir olgu olan korku insanın varoluş sürecinin önemli bir parçasıdır. Korku etkisi ve yönü bakımından öznel gerçeklik görülse de toplumsal yapının etkisi altındadır ve kültürlenmek suretiyle değerlerini oluşturmaktadır.

Korku kültürünü besleyen dogmatik ya da otoriter yapıları sadece eleştirmek bu korkunun etkini azaltmaz. Sorunun kaynağına varıp toplumu değiştiren en küçük yapıdan insandan yani kendimizden başlamak gerekir. ‘’Bize bir şey olmaz.’’ Algısını değiştirdiğimiz vakit gündelik yaşamımızdan, tüm toplumsal kültürü iyileştirmek için önemli adımdır. İnsanlara korkarak yaptırım uygulamak yerine gönüllü katılım alışkanlığı kazanmak ve kazandırmak için alan açmak gerekmektedir. Sadece hataların değil; övgülerinde içinde bulunduğu disiplin algımızı, zorla yaptırım algısından çıkarmamız gerekmektedir.

Korkuyu bir güç, otoriter bir disiplin aracı olmaktan çıkardığımız zaman sağlıklı bir kültüre kavuşmuş oluruz.

Değerli okurlarım, bir sonraki yazımda görüşmek dileğiyle. Kalın sağlıcakla.

 

AYŞE YAZICI

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu