PsikolojiYazılar

İlk Kez Bizim Başımıza Gelmedi

İnsanlık tarihi toplumların yaşayışlarını etkileyen salgın hastalıklar, doğal afetler ve savaşlarla dolu. Bunca zorluğa, yıkıma, felakete rağmen yolumuza nasıl devam edebiliyoruz? Nasıl oluyor da insanlar psikolojik olarak ayakta kalabiliyor? İşte yaptığım okumalardan bu soruların cevabına yönelik çıkarımlarım.

Psikiyatr Viktor Frankl “İnsanın Anlam Arayışı” kitabında Dostoyevski’nin amiyane tabirle insanı “her şeye alışabilen bir varlık” olarak tanımladığını söylerken Yahudi toplama kamplarında yaşadıklarından yola çıkarak bu tanıma hak veriyor. Ayrıca yaşamın son ana kadar bir anlamı olmasının, acı çekmeyi cesurca kabul edince mümkün olacağını belirten Frankl, yaşanılan acının “büyüklüğünün” göreceli olduğunu da ekliyor.

Bir Bosnalının dört sene sürecek kuşatma başladığında durumu kabullendiklerini ve hayatın bir şekilde devam ettiğini hatırlayarak kuşatma günleriyle bugün arasında benzerlikler gördüğünü bir haber çevirisinde okudum. Bosna kuşatması ve karantina. Sırp ordusu ve COVID-19. Her ikisi de yaşamları kısıtlıyor, davranışları değiştiriyor. Her ikisi de hayatlarımızı ve yakınlarımızı kaybetme korkusuyla zihnimizi kaplıyor. Her ikisi de Allah ve şeytan işi…

Bosna savaşı ya da diğer savaşlar çoğumuzun hayatını belki de hiç etkilemedi. Ama bugün korona virüsün hayatımızı değiştirmesiyle birlikte gelen hislerimiz aslında hiç de azımsanmayacak sayıda insanın önceden tecrübe ettiği ve hâlen tecrübe etmeye devam ettiği duygularla ortak bir zeminde yeşeriyor. Şu an dünyanın pek çok yerinde yaşanan çatışmalar arasında hayatını sürdüren insanların aşina olduğu “Yarın ne olacak?” kaygısıyla yüzleşiyoruz.

Sonra ne mi olacak? Diğer tüm kriz anlarından sonra olduğu gibi hayatta kalanlar şaşırtıcı bir hızla eski günlerine, düzenlerine, etkinliklerine geri dönecek. Belki bazılarımız insanların zor zamanları atlatmasından sonra ortaya çıkan travma sonrası stres bozukluğundan ya da başka psikolojik hastalıklardan mustarip olacak. Belki üç beş sene sonra “COVID-19 salgınından beri evinden çıkmayan vatandaş, görenleri ve duyanları hayrete düşürdü.” şeklinde bir habere denk geleceğiz.

Burada yaşanılan sorunlara uyum sağlamamızı, krizlerle baş edebilmemizi ve kendimizi eski halimize toparlayabilmemizi sağlayan “psikolojik dayanıklılık” yeteneğimiz devreye giriyor. Duygu düzenleme, problem çözme ve öz değerlendirme becerilerini etkili kullanabilmemizle güçlenen psikolojik dayanıklılık; travmalar, çatışmalar, sağlık problemleri ve ekonomik sorunlar gibi stres kaynaklarının üstesinden gelmemizi sağlıyor.

Bu terimi incelersek dayanıklılık olarak çevrilen “resilience” kelimesinin Latince “esnek olma, elastiklik” kökünden geldiğini görürüz. Yani psikolojik olarak sağlam olmaya yarayan bu yeteneğimiz sorunlar karşısında değişmez bir tutum veya katı bir direnç göstermeyi ifade etmez. Tam aksine mücadeleci, dinamik ve gelişime açık olmayı gerektirir.

Araştırmalar psikolojik dayanıklılığımızın artması için geliştirmemiz gereken kişisel faktörler olduğunu ortaya çıkarmıştır. Bunlar; iyimserlik, mizah duygusuna sahip olma, kişinin kendini ve yaşamı kabulü, açıklık, vicdanlı olma gibi özelliklerin yanı sıra olumlu düşünme ve bakış açısına sahip olma, geleceğe yönelik amacın ve beklentilerin olmasıdır.

İçine aniden düştüğümüz duruma hızla uyum sağlamamızın kolay olduğunu söylemiyorum. Evet, kriz dönemlerinde sadece yaşadığımız ana odaklanıyoruz. Günlük yaşantımız ile karantina şartlarımız arasındaki makas ne kadar açıksa süreç o kadar sancılı geçiyor. Hepimizin hayatta kalma refleksi devreye giriyor. Gündemi takip etmeye çalışırken belirsizliklerin arasında boğuluyoruz. Fakat unutmamalıyız ki pandemiler ile ilgili emin olduğumuz tek şey er geç sona ereceğidir. Sonrasında bize ne olacağı ise yine bizim gayretimize kalıyor.

Abdülkadir Özel

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu