PsikolojiYazılar

DRAMATURJİ: HAYAT BİR SAHNE

 

Goffman, bu teoriyle ön plana çıkmıştır. Dramaturjik teori, bireyi merkeze alan bir teoridir.  Bu teori dünyayı; “Her aktörün kendi rolünü oynadığı bir tiyatro sahnesi” olarak görür. Toplumu, tiyatronun kavramlarından, mantığından yola çıkarak açıklamaya çalışır. Daha başlamadan çok iddialı olacak belki ama her birimiz her gün bir oyun sergiliyoruz ve herkes bu oyunun içerisinde kendisini en iyi şekilde sunmaya çalışıyor. Her birimiz kendimize verilen rolleri oynuyoruz ve Goffman’a göre bu daha öncesinde tasarlanmış bir oyundur. Bahsedeceğim şeyleri daha somut şekilde anlamanız için zihninizde bir tiyatro sahnesini canlandırmanızı istiyorum.

Tiyatro benzetmesinde yola çıktığımızda içerisinde bulunduğumuz gündelik hayatımız bir sahneden ibaret olmaktadır. Bir tiyatro seyrederken mutlaka dikkatinizi ışıklar, roller, sahnenin gördüğünüz tarafı yani önü ve merak edilen, görülmeyen arka tarafı vb. şeyler çekmiştir. Gündelik hayatımızda bir sahneden ibarettir. Bir senaryo yazılmıştır ve bu sahnenin sahne önü ve arkası mevcuttur. Gündelik hayat içerisinde her birimiz kendi rolümüzü oynayan aktörler olarak yer almaktayız. Sahnenin önü olarak adlandırdığımız bölgede çevremizi etkileme ve ondan etkilendiğimiz bölgedir. Ancak bir de sahnenin arkası vardır ki bu da bireyin bizlerin kendi özel alanıdır. Sahnenin arkasında sadece kendimizin istediği kişiler girebilir ve bu alana dâhil olabilir. Yine tiyatro sahnesini düşünecek olursak dekorlar dikkatimizi mutlaka çekmiştir, işte gündelik hayatın içerisinde en büyük kurtarıcılarımız bu dekorlardır, benliğimizi oluşturmamızın için en etkili unsurlardan birisidir.

Gündelik hayatımızdaki rutinleri düşünecek olursak her birimizin oynamış olduğu rol sadece aktörün performansını sergilemesi üzerinde kurgulanmış bir şey değildir, karşımızda duran seyirci kitlesinin de aynı şekilde bu performansa dâhil olması gerekmektedir. Karşılıklı bir etkileşim söz konusudur ancak bu etkileşim var olmaz ise sahne çökecektir. Çünkü sahne de performans sergilenirken sadece düşüncelerimiz, duygularımız ve beklentilerimiz değil aynı zamanda karşıdakilerinden bizden ne beklediğini de ortaya koymak durumundayız. Mesela şöyle düşünelim; bir doktora gidiyorsunuz ve odasına girdiğiniz zaman ayaklarını masaya uzatmış bir şekilde görüyorsunuz. Doktordan beklediğimiz bir davranış kategorisi mevcuttur bu davranış karşıdaki kitlede farklılık yaratabilir ancak büyük ihtimalle işe yaramayacaktır ve sahne çökecektir. Sahnenin önünde bir seyirci mevcut ve seyircinin karşısında performatif olması gereken bir aktör var ancak aktör kendi rollerini sergilemeyip başkalarının rollerini o sahneye taşıyorsa bu oyun bir müddet devam edecektir. Seyircinin beklediği performansı sergilemediği sürece performansın hiçbir anlamı olmayacaktır.

Sahne arkası dediğimiz durum ise insanların aktör olmaya açık benlik durumlarını içermektedir. Genellikle sahne önü ve sahne arkası uyuşmak zorundadır ancak uyuşmadığı sürece sahne çökücektir ve gündelik hayat içerisinde ilişkilerde en istenmedik durum olacaktır. İlişkilerin bir sorun haline gelmesi gündelik hayatın kendi içerisinde istikrarını bozacaktır. Hayat denilen durum kendisine biçilmiş olan rolleri sahnelerde sergilemesidir, performansı sergileyen kişi izleyiciyi yeterli düzeyde kendisinde tutmak istiyorsa onların beklentilerini karşılayacak şekilde davranmak zorundadır. Taraflar kendilerinden beklenen tepkileri vermedikleri zaman bu da sahnenin çöküşüne sebep olacaktır.

Toplumsal hayatın ilişki sistemlerinde mutlaka bizler performatik olan niteliklerimizle tavır almaktayız. Bundan dolayı kendimizin dışarıdan nasıl göründüğünü, hangi sahnenin içerisinde hangi rolleri sergilememiz gerektiği önemli bir husustur. Mesela doktorun hastanedeki performansını gündelik hayattaki her yere taşımak mümkün değildir eğer böyle davranılmaya çalışılırsa mutlaka bir yerde sorun olacaktır. Mekân değiştiği zaman rolün bir etkisi kalmayacaktır, roller mekânlarla ilişki özellilklerdir, roller mekânsal anlamıyla karşılık bulmadığı sürece sahne anlamlı hale gelmez. Doktorun hastane baba gibi davranması veya akrabaları ile gittikleri bir piknikte doktor gibi davranması…

Bireyler gündelik hayatın içerisinde herkesşn belirlenmiş olan maskeler etrafında yaşamaktadırlar. Şehir tiyatrolarını gittiyseniz mutlaka denk gelmişsinizdir, bir yüz yaparlar ve yüzler hep aynıdır sadece emojileri değişir. Ancak maskelerde biçtiği roller itibariyle mekânsaldır. Bir cenazeye gittiğimizi düşünelim ne kadar keyifli olursak olalım buradaki ortamda sırıtmamız mümkün değildir. Bizler içerisinde bulunduğumuz koşullara özgü olarak maskeler takmazsak hiçbir anlamı olmayacaktır.

Tiyatrodaki oyuncular nasıl kendilerine verilen rolleri oynuyor ve bu rolün dışına çıkamıyorsa, toplumdaki bireyler de kendilerine verilen rolleri oynar ve bunların dışına çıkamazlar. Bir tiyatro oyununda aktörler ve izleyiciler etkileşim içinde, kalıcı izler bırakma amacı güderler. Bu performansı, rolleri aktörler devamlı tekrar ederler. Yinelerler ve böylelikle rutinleştirirler. Rutini, aktörler tek başlarına gerçekleştiremezler. Ön bölgede aktörlerin her birinin rolleri vardır. Burada bizim görünümümüze, statümüze işaret eden, rollerimize işaret eden görünümlerimiz vardır. Bir de arka bölge kavramı vardır. Bu bölge seyircilere kapalıdır ve aktörler kendi başlarınadır. Aktörler, rollerini yerine getirdikten sonra, sahnenin arkasında başka roller üstlenir. Aktörler birden fazla rolü oynarlar. Sahnede, yani ön bölgede oynanan roller farklıdır; arka bölgede oynanan roller, sergilenen performanslar farklıdır.

Her birimizin içerisinde bulunduğu gündelik hayat bir sahneden ibarettir…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu