ToplumYazılar

Alışmaya Alışmak

 

Yüreğimiz yandı! 3 şehit, beş gün önce kaybolan genç kadının cansız bedenine ulaşıldı, minik çocuktan kahreden haber, boşanmak isteyen eşine kurşun yağdırdı, trafik kavgasında kan aktı, hayvana tecavüz eden şahıs serbest kaldı, taciz davasında iyi hal indirimi…

Son zamanlarda bu haberlerden kaçına denk geldiniz? Ya da soruyu şöyle soralım bu tarz haberlere rastlamadığınız bir gün hatırlıyor musunuz? Peki bu haberlere verdiğiniz tepkileri? Bir olaya sürekli maruz kalmak onu normalleştirir veyahut toplumsal bir gerçek kabul edilip suç olmaktan çıkarabilir mi? Toplum olarak en övündüğümüz özelliklerimizin başında hiç kuşkusuz yüksek ahlak anlayışımız ve toplumsal değerlere olan hassasiyetimiz geliyor. Toplumun büyük bir kesimi kendisini bu değer yargılarına o kadar bağlı hissediyor ki bu uğurda kavga etmek hatta cinayet işlemek bile meşru görülebiliyor. Ancak yine özellikle son yıllarda taciz, tecavüz, cinayet haberleri yaş, cinsiyet hatta insan ya da hayvan ayırt etmeksizin gündemdeki yerlerini asla kaybetmiyor.

Son örneğini henüz birkaç gün önce yaşamamıza rağmen bugün birçoğumuz hem katilin hem de kurbanın adını çoktan unuttu bile. Çünkü birçoğumuz görevimizi başarıyla tamamladığımızı düşünüyoruz. Haberleri sosyal medya hesaplarımızdan paylaştık, duygu dolu cümlelerle tepkimizi gösterdik, hastag ve etiketlerle ulaşabildiğimiz yere kadar ulaştık…

Sonrasında da olay gündemden düşüp like ve retweet bildirimleri bitince de gündemle birlikte hafızamızın da derinliklerine çekilip gitti. Bu noktada sadece kendimizi veya toplumu suçlamak da mümkün değil tabi ki. Yaşadığımız çağda bireysel ve toplumsal sıkıntılarımız o kadar fazla ve o kadar hızlı cereyan ediyor ki belirli noktalara yoğunlaşmak gerçekten oldukça zor. Ancak hemen her alışkanlığımızı internete bağladığımız gibi şikayet ve haykırışlarımızı da internete bağladığımızı da inkar etmemek gerekli.

Yemek siparişinden alışverişe kadar her ihtiyacımızı rahatlıkla online yaptığımız gibi artık tepkilerimizi ve taleplerimizi de online dile getiriyoruz. Bu da ister istemez gündemimizin aniden zirveye çıkıp aynı hızda gündemden düşmesine sebep oluyor. Örnek vermek gerekirse eskiden de diyemeyeceğimiz kadar uzak olmayan tarihlerde bir mahalleye bir şehit geldiği zaman veya masum birisi bir cinayete kurban edildiği zaman sadece mahalle değil bütün bir şehir ayaklanır, günlerce protestolar yapılır, yas tutulur hatta kurbanın sokağından geçerken bile hal ve hareketlere dikkat edilerek acı taze tutulurken bugün bir tweet ve bir instagram storysinin ardından hayat kaldığı yerden devam ediyor. Acıların da bu kadar hızlı ve sahte duygularla yaşanması da ister istemez olayların insan zihninde normalleşip kanıksanmasına sebep oluyor. Öyle ki şehit haberlerinin üzüntüsü sayılara, cinayetlerinki saatlere, olay yerlerine hatta giyim kuşama, taciz ve tecavüzlerinki de aralarındaki ilişkiden medeni durumlarına kadar etkenlere göre haber değeri taşımaya başladı. Daha da kötüsü bu da gelir bu da geçer zihniyeti ve kimi kime şikayet edeceğiz anlayışı kişi ve kesim ayırt etmeksizin toplumumuzun bütün kesimlerine sirayet etti. Zaten tepkisizliğimizin ve buna bağlı olarak da benzer suçların katlanarak artmasının en önemli etkenlerinden birisinin de bu olduğunu düşünüyorum.

Toplum olarak herhangi bir konuda talebimizin veya şikayetimizin karşılanacağına olan inancımız gün geçtikçe azalıyor. Bu da ya bizi daha çok umutsuzluğa itiyor ya da adalet mekanizmasını başkalarından beklememize yol açıyor. ‘’Onu cezaevine yaşatmazlar, bu semtte artık ulu orta gezemez.’’ yorumlarını hemen her yerde görüyoruz artık. ‘’Katil bulunduğu ceza evinde öldürüldü, mahkumların saldırısına uğrayan tecavüz sanığı yoğun bakıma alındı.’’ gibi yalan haberler; haberin kendisinden daha çok beğeni ve paylaşım almaya başladı. Gerçekten yaşanan hadiselere ise olaya karışan kişiler kahraman olarak görülmeye başlandı. Sisteme inancını yitiren toplumumuz artık adaleti hakim ve savcılardan değil, diğer suçlulardan veya kader mahkumlarından beklemeye başladı. Çünkü bu inançsızlık zamanla endişe ve korkuya dönüşmeye başladı. Herkes kendisi, ailesi, yakınları, sevdikleri için endişe içinde. Yaşayacağı bir tehlikede korunmaya, korunamasa bile adaleti sağlamaya kimin gücü yetiyorsa da oraya doğru meyil etmek de insanoğlu için en anlaşılabilir dürtülerden birisi. Eğer bu istikamet devlet kurumlarından belirli şahıs ve toplulukların yönüne kayarsa öyle bir durumda ne milli ne dini ne de toplumsal birlik ve bağlardan bahsetmek mümkün olacaktır.

Hiç kuşku yok ki gündemimizdeki taciz-tecavüz, cinayet, özellikle de kadın cinayetleri, şehit haberleri toplumun büyük kesiminin tepkisini çekiyor. Arada çıkan çatlak seslerin bizim bize olan inancımızı sarsmasına müsaade etmememiz gerekiyor. Ancak bu konuda yetkililerin de görevlerinde gereken hassasiyetleri göstermesi gerekiyor. Beklenen yasaların ve cezaların uygulanmaya konmasının gecikmesi toplumsal beklentilerdeki istikametin kaymasına gün geçtikçe daha uygun zeminler hazırlıyor.

 

Alperen KÖSE

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu