TarihYazılar

Türk’ün Yeni Ülküsü “Mavi Vatan”

Türkiye Cumhuriyeti’nin 3 tarafının denizlerle çevrili olduğunu vurgulayan kavramdır “Mavi Vatan”. Bu kavramı 2006 yılında ilk kez kullanan Balyoz kumpası mağduru emekli Tümamiral Cem Gürdeniz’dir. “Mavi Vatan” kavramı ile orya konulan vizyon milli birlik ruhunun yeniden atılan tohumlarından biri oldu. “Mavi Vatan” ülkemizin karasal alanlarının yarısı kadar bir alanı içine alan deniz yetki sahamızı ifade eder. Bu kavaramın ortaya koyduğu bilinç haritadaki yerimize daha sağlıklı bakmamızı ve jeopolitik çıkarlarımıza odaklamamamızı sağlamaktadır. Gürdeniz gibi paşalar Ergenekon ve Balyoz gibi kumpaslarına muhatap olmasalardı başta Deniz Kuvvetlerimiz olmak üzere ordumuzun daha da güçlü olacağını ve bu tür vizyoner isimlerin ön plana çıkacağını düşünmemek elde değil.

“Mavi Vatan” kavaramı yakın zamanda görevden alınan Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Kurmay Başkanı Tümamiral Cihat Yaycı’nın mimarı olduğu Libya ile yapılan Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) anlaşması hasebiyle onun ile de anılmaya başlandı. Bu yönüyle Yaycı, Akdeniz’de “Mavi Vatan”ın haritasını hazırlayan isimdir. Ancak Tümamiral Cihat Yaycı’nın pasif göreve atanması ve bunun üzerine istifa kararı alması, bu ülküyü sahiplenen bütün yurttaşları üzmüştür. Bu gibi olumsuzluklara rağmen “Mavi Vatan” kavaramı artık Türk insanın zihninde kalıcı bir yer edinmeye başlamış ve gelecek adına bir vizyon aşılamıştır.

Geçmişe bir perde araladığımızda ise Osmanlı döneminde böyle bir kavramın hayat bulmamış olması jeopolitik temelli bir deniz hakimiyetinin olmamasından kaynaklanıyordu. Zira 15. ve 16. yüzyıllarda denizlerde elde edilen zaferler ve kazanımlar stratejik bir bakış ile ele alınmamış denizci bir devlet hüviyeti kazanılamamıştı. Bunun sonucunu Rus Baltık donanmasının gerçekleştirdiği Çeşme baskınında ödedik (6-7 Temmuz 1770). Tarihimizin en acı hatırlarından biri olan bu hadise başta deniz kuvvetlerinin önemini kavrayamadığımızı ve coğrafya bilgisinde bir imparatorluğun düşeceği acziyeti göstermesi bakımından da önemlidir. Bu baskını 19. yüzyıldaki iki önemli baskın daha izlemişti.  20 Ekim 1827’de Osmanlı donanmasının İngiliz, Fransız ve Rus gemilerinden oluşan müttefik donanma tarafından Navarin önlerinde yakılması ve 30 Kasım 1853’de Ruslar’ın gerçekleştirdiği Sinop baskını Türk denizciliği ve Türk deniz kültürünü jeopolitik olarak kör etmişti.

Birinci Cihan Harbinin ardından kurulan Cumhuriyet ile birlikte donanmanın geliştirilmesi için adımlar atılırken deniz yetki alanlarımızdaki haklarımıza yönelik tezler oluşmadı. Teknolojik seviye ve politik vizyon uzun bir süre denizlerdeki ekonomik potansiyeli kavramamıza imkân vermedi.  1973 senesinde ise Ege Kıta Sahanlığı krizi ile ortaya çıkan gerilim ile başlayan mücadele 2002 yılında Doğu Akdeniz’de yeni bir boyut kazandı.

Yakıcı bir sorun olarak karşımıza çıkan Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanı tartışmaları ortaya atılan tezler ve haritalar ile kendini göstermeye başladı. Özellikle AB’nin hazırlattığı harita ile Türkiye Antalya körfeziyle İskenderun körfezine hapsediliyordu. Bu harita kapsamında Meis ve Kıbrıs adaları üzerinde Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nin 150 bin kilometrekarelik alanımızda hak iddia etmesi ile başlayan kriz 2007 yılında Lübnan ile 2011 yılında da İsrail ile yapılan sınırlandırma anlaşmaları ile bir gasp sahası oluşturmaya başladı.

Özellikle Rum kesiminin 2004 yılında ilan ettiği deniz yetki alanı ile bölgedeki zengin doğalgaz kaynaklarının çıkartılarak AB iş birliği çerçevesinde işletilmesinin önü açılmaya çalışılıyor. Bir oldu bitti anlamına gelen bu hadiseler ile özellikle GKRY’nin Türk deniz yetki alanlarından onlarca kat büyük bir deniz yetki alanı belirlemek istemesi hukuksuzluğun boyutunu gösteriyor.

Bu hukuksuzluklara karşı Türkiye’nin son yıllarda verdiği mücadele belirleyici olmaya başlamıştır. Özellikle Cihat Yaycı’nın ortaya koymuş olduğu tez ile Libya ve Türkiye denizden komşu olmasının yanında Doğu Akdeniz’de Yunanistan, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve Mısır arasında bir kalkan girmiş oldu. “Mavi Vatan”ın sınırlarının korunması için hayati bir adım atıldı. Uluslararası deniz hukukundan doğan haklarımızın savunulması açısından attığımız adımlar kapsamında Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanlarımıza odaklanılarak Libya’da Sarraj’ın hükümeti desteklenmeye devam ediliyor. Son yıllarda milli sanayi ve teknolojisinde kat ettiğimiz gelişmeler sayesinde özellikle SİHA’lar ile Kuzey Afrika’daki güç mücadelesinde önemli kazanımlar elde etmekteyiz.  Türk Silahlı Kuvvetlerinin yarattığı bu etki Türkiye’nin Akdeniz’deki tezlerini güçlendirecektir.

Türk deniz gücünün giderek gelişmesi ile birlikte özellikle 2010 yılından itibaren “Mavi Vatan” ülküsü ile ortaya konan stratejik hamleler Akdeniz’deki varlığımızı ve çıkarlarımızı garanti altına almak içim son derece önemlidir. Bu açıdan Türkiye’nin ezber bozmaya devam etmesi için bazı radikal adımlar atması da gerekmektedir. Özellikle Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile masaya oturmasının önün açılacağı adımlar atılmalı, Suriye ve Mısır ile uluslararası hukuka uygun bir şekilde Akdeniz meselesinde bir anlaşma zemini oluşturularak Rusya, AB ve Amerika Birleşik Devletleri gibi başat güçlerin sahada söz sahibi olmasının önüne geçmelidir.

Bu uzun soluklu mücadelede “Mavi Vatan” ülküsünün artık bir doktrin halini almaya başlığını görmek denizci bir toplum olabilmemiz adına başta bu projenin mimarları olmak üzere bizim gibi bu vizyonu sahiplenen yurttaşları mutlu etmektedir. Bu yolda akıl ve bilimin rehber olması temennimizdir.

Hami Demir

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu