GündemYazılar

En İyi Bildiğin Yol Doğru Yol Değildir

 

“Çok güldük başımıza bir şey gelir.”

“Aklıma gelen başıma gelir.”

“Kaderim buymuş.”

“Sen daha çocuksun.”

“Sen kim onu yapmak kim.”

“Benim kafam matematiğe basmıyor.”

Bu cümleler hepimize tanıdık gelir. Çünkü bilinçaltımıza işlenen, çocukluğumuzdan bu yana bize öğretilen bu cümleler aslında kültürel kodlarımızdır. Daha çok iki yaş sendromu denilen ve küçük ergenlik olarak kötü bahsedilen bu ilk dönemde çocuğa “Sen yapamazsın, sen daha küçüksün.” diyerek, harekete geçebilen çocuğu sınırlayıp, çaresizlik halini başlatırız. Bu çaresizlik literatüre öğrenilmiş çaresizlik olarak geçer.

Öğrenilmiş çaresizlik terimi psikolog Martin Seligman ve arkadaşları tarafından depresyonun bilişsel yapısını anlamaya yönelik yapılan çalışmalarında rastlantısal bir gözlemden doğmuştur. Öğrenilmiş çaresizlik daha önceden yaşadığımız olumsuz deneyimlerin her zaman yaşanılacağına inanmaktır. “Yapmaktan vazgeçmek”, harekete geçmeden kendini başarısız, çaresiz hissetme durumudur.

Öğrenilmiş çaresizlik için en somut örnek fil sendromudur; filler daha yavruyken kalın bir zincirle kalın bir direğe bağlanır. Fiziksel gücü zinciri koparmaya yetmez ve ayağında zincirle büyür, kaçamayacağını öğrenir. İşte bu noktada zincir çözülür ve yerine konulan ince bir halatla birkaç cm boyunda tahtadan bir çubuğa bağlanır. Fil büyüyüp güçlendiğinde ise, bu koşullarda kolaylıkla kaçabilecek olmasına rağmen olduğu yerde kalır. Çünkü hala var olduğunu sandığı daha yavruyken öğrendiği zincirini bir daha asla kıramayacağına inanır.

Bu mücadeleyi bırakma durumu daha önceden çaresiz kalınan durumlar nedeniyle gelecekte ortaya çıkan fırsatlarda da çaresizmiş gibi davranmaktır. Sadece elin Amerikalı psikoloğu değil, ne diyor bizim üstat Behçet Necatigil:

“Ya ümitsizsiniz ya da ümit sizsiniz.

Ya çaresizsiniz ya da çare sizsiniz.”

Öğrenilmiş çaresizliğin, tekrar denemekten vazgeçme inancı ve kaderine razı olma anlayışı bireyin hem kendi yaşamında hem de ikili ilişkilerinde problem yaratır.

Kontrol odağımızda iyimser olduğumuz ve kötümser olduğumuz durumlar çaresizlik boyutunda oldukça önemlidir. İyimserlik; hayatın her alanında başarabilirim inancıyla, iyi bir şey yaptığında çekinmeden “Bunu ben yaptım.” diyebilmektir. Kötümserlik ise; iyi bir şey yaptığında bunu sadece bir tesadüf sonucu olarak görmektir. Örneğin; iyimser düşünce kalıbı, matematik sınavından 90 alan bir öğrenci bunu ben başardım, bunu hak ettim olarak içsel kontrol odağında hareket eder. Kötümser düşünce kalıbı ise 90 aldığı bir matematik sınavından hoca kolay sordu, böyle kolay bir sınavı herkes yapar diye düşünür. Hatta 10 aldığı bir matematik sınavından benim zaten kafam basmıyor, ben zaten yapamam diye düşünen kötümser düşünce kalıbı, dışsal kontrol odağıyla hareket eder.

İyimserler insan ilişkilerinde sağlıklı ve hayatlarında daha çok başarılı iken, kötümserler insan ilişkilerinde “Beni zaten kimse sevmez ki.” düşünceleriyle daha çok depresyona giren, insan ilişkileri ve işleri daha başarısız ve kısa süreli olur.

İnandığımız durumlar hangi inanç kalıbımızı etkiliyor?

Bu düşünceyi öğrendiğimiz yer neresi?

Öğrenilmiş çaresizlik çok erken yaşlarda başlayabilir. Kültürel kodlarımızda öğrendiğimiz kadercilik anlayışı bize çaresizlik açısından umutsuzluk ve ümitsizlik aşılamıştır.

“Ne yapalım kaderimiz böyle.” anlayışı ile geçmişteki en ufak olumsuz durumlar gelecekteki tüm yaşamda tekrar deneme ve direnme gücümüzü elimizden alır. Kaderci anlayışımızda bize öğretilen çaresizlik; sosyal psikolojik, sosyokültürel bir arka planda mevcuttur. Kaderci anlayışımız, olayların zorunlu gidişini kabul etmeye yönelik müdahale etmeme veya müdahale etmemeyi meşrulaştırdığımız düşünce kalıbımızdır.

İşte bu yüzden her zaman bize öğretilen en iyi bildiğimiz yol doğru yol değildir!

Benden olmaz deme! Senden olur!

Şimdi özellikle psikoloji ilgililerine öğrenilmiş çaresizlikle yapılan köpek balığı ve pire deneyinden de bahsedelim.

Köpek balığı deneyinde; araştırmacılar köpek balığını oda büyüklüğündeki bir cam bölmeye koyuyorlar. Cam bölmenin diğer tarafında ise balıklar var. Köpekbalığı ne tarafa gitse cam bölmeye çarpıyor. Bir süre sonra cam bölmeye çarpmamayı öğreniyor. 21 gün sonra cam bölme çıkarılıyor. Lakin köpekbalığı diğer balıkları yiyemeyeceğini daha önceden anladığı için sadece kendi alanında yüzüp balıklara asla dokunmuyor.

Pire deneyinde ise; psikologlar önce pirenin ne kadar zıpladığını ölçerler ve pirelerin 50 cm zıpladığını görürler. Pireyi yüksekliği 30 cm olan bir cam kavanozun içine koyup, kavanozun kapağını kapatırlar. Kavanozun altından ısı verildikçe pire zıplar birkaç defa kapağa çarpar ve zamanla bu duruma alışarak kapağa çarpmayacak kadar zıplamaya başlar. Pire bunu alışkanlık haline getirdikten sonra kavanozun kapağını açtıklarında ise pire sadece 29 cm zıplamaya devam eder. Halbuki 50 cm sıçrayan pire öğrendiği çaresizlikle bir daha 29 cm’den fazla zıplayamamaktadır.

Geçmişin çaresizliği, geleceğin kaderi…

Ayşe Yazıcı

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu