Soru-CevapTarihYazılar

Sultan Abdülaziz’in Ölümü Cinayet mi? İntihar mı ?

 

4 Haziran 1876. Saat sabaha karşı 04:30 civarı ve Sultan Abdülaziz’in Feriye Sarayı’ndaki odasının kapısında bir kalabalık. Birazdan içeri girecekler ve 30 Mayıs 1876’da yani birkaç gün önce tahttan indirilen Sultan Abdülaziz’i onun yerine tahta çıkarılan V. Murat’ın emriyle öldürecekler. Kapının önündekiler odadan içeri dalıp pehlivan cüsseli padişahla önce göz göze geldiler. Daha sonra karşılıklı hamleler yapıldı. Kolay değildi Sultan Abdülaziz’i yıkmak hatta bir ara kaçacak gibi oldu ama başaramadı. Yüzüstü yere yatırdıkları Sultan Abdülaziz’in ellerini arkadan bağladılar ve bir makas ile iki bileğini birden kestiler. Sultan Abdülaziz bileklerinden akan kanın vücudunu tamamen terk etmesiyle birlikte hayata gözlerini yumdu. Bu anlattığım ilk senaryo!

İkinci senaryo ise şöyle: Sabaha karşı Sultan Abdülaziz’in odasına girenler bilekleri kesilmiş şekilde, yerde kanlar içinde yatan bir cesetle karşılaştılar. Sultan Abdülaziz yaşananlara dayanamayıp intihar etmişti!

Her iki senaryoda çokça tartışıldı. Çok önemli tarihçiler Sultan Abdülaziz’in şaibeli vefatının bir intihar mı yoksa cinayet mi olduğuna dair derin araştırmalar yaptılar. Kızının gazetelere yansıyan beyanları bir taraftan, sultanla ilgilenen saray hizmetlilerinin anlattıkları bir taraftan ama yine de hala Sultan Abdülaziz’in akıbeti hakkında kesin bir karara varılabilmiş değil.

Sultan Abdülaziz’in şaibeli vefatının sene-i devriyesinde, bu yazımızda ne yazık ki bizde bu amansız tartışmaya son noktayı koyamayacağız. Ancak amacımız Sultan Abdülaziz’i ve dönemini anlatmak ve akıbeti hangi senaryoyla bitmiş olursa olsun Osmanlı Devleti’nin içine düştüğü bu sıkıntılı durumu anlamaya çalışmak olacak.

Osmanlı Devleti’nin yıkılmaya yüz tuttuğu, değişen ve gelişen dünya karşısında çok gerilerde kaldığı ancak bütün kötü gidişata rağmen hala varlığıyla çok önemli denge unsuru olduğu bir dönemdir Sultan Abdülaziz dönemi.

2. Mahmut’un padişahlığı tecrübe edecek olan iki çocuğundan biri olan Abdülaziz, 1830’da doğmuştur. 9 yaşındayken babası II. Mahmut vefat edince abisi Abdülmecid kardeşinin eğitimiyle ilgilenmiştir. Çok iyi Fransızca bilmekte, şiir, musiki, resim ve güreş ile yakından ilgilenmektedir. Kendisine ait besteler yapacak ve donanma için ısmarlayacağı gemilerin planını çizecek kadar da mahirdir.

Abisi Abdülmecid’in padişahlığında Tanzimat dönemi başlamıştı. Tanzimat ve Islahat Fermanlarıyla ülkedeki gidişat sosyo-ekonomik yönden düzeltilmeye çalışılmıştı. Ancak ne yapılsa düzelmeyen bir durum söz konusuydu ve 1861’de abisinin vefatı üzerine Sultan Abdülaziz tahta çıktı. Sultan Abdülaziz’in saltanat yıllarını iki döneme ayırabiliriz. İlk dönem, ciddi anlamda kendi haklarından da feragat ederek devletin özellikle mali yönden gelişmesi için çabaladığı yıllar; ikinci dönem ise zevk ve sefaya düştüğü bütün tedbirlerden vazgeçtiği yıllar olarak değerlendirebiliriz.

Âli Paşa ve Fuad Paşa’nın yönetimde söz sahibi olduğu ve 1871’de Âli Paşa’nın vefatına kadar sürecek olan ilk dönem Sultan Abdülaziz’in özellikle ekonomik tedbirlerle geçirdiği yıllar olmuştur. Öncelikle Tanzimat düşüncesinden vazgeçmeyeceğini bildiren Sultan Abdülaziz, saray harcamalarını kısmış, harem kurmaktan vazgeçmiş, fazla memurların sayısını azaltmış, sarayda altın, gümüş gibi değerli madenlerin kullanımı yasaklamış, bazı kişisel gelirlerinin bir kısmını devlet hazinesine bağışlamış ve rüşvet olaylarına karışanları cezalandırmıştır. 1871’de ise Âli Paşa’nın ölümüyle birlikte, Mahmut Nedim ve Mithat Paşaların dönemi başlayacak ve Sultan Abdülaziz bu dönemde daha kötü bir yönetim sergileyecektir. Bu paşaların önderliğinde gelişen olayların sonucunda önce tahttan indirilecek ardından şaibeli bir şekilde vefatı gerçekleşecektir.

Sultan Abdülaziz 1861’de tahta çıktıktan sonra 1863’te Mısır’a, 1867’de ise Avrupa’ya ziyaretlerde bulunmuştur. Hem Mısır’da hem de Avrupa’da gördükleri onun değişiminde önemli rol oynamıştır. Mısır ziyaretinde karşılaştığı zevk ve sefa alemlerinden çok etkilenmiştir. III. Napolyon’un daveti üzerine Sultan Abdülaziz, Fransa’da gerçekleşen Milletlerarası Paris Sanayi Sergisi’ne katılmış, oradan İngiliz Kraliçesi Victoria’nın daveti üzerine ise Londra’ya geçmiş ve Avrupa seyahatini Prusya, Belçika ve Avusturya ziyaretleriyle tamamlamıştır. Bu seyahatin en önemli tarafı ilk defa bir Osmanlı padişahının ve aynı zamanda İslam halifesinin dost sıfatıyla Avrupa’ya yaptığı seyahat olmasıdır.

Sultan Abdülaziz, Osmanlı’nın geleceğini Rusya’ya karşı güçlü bir ordu kurmakta görüyordu. Bu sebeple çok ciddi ekonomik maliyetleri olan askeri harcamalar yaptı. Avrupa’dan son teknoloji silahlar satın aldı. Çok büyük bir donanma kurdu ki Osmanlı donanması o yıllarda dünyanın en büyük üçüncü donanması haline geldi. Güvenlik maksadıyla yapılan bu harcamalar zaten zor durumda olan Osmanlı ekonomisini daha kötü bir hale getirmişti. Dış borç alınarak yapılan bu harcamaların üstüne birde itibardan taviz verilmez düşüncesiyle Avrupa’ya güçlü görünmek için onlardan aldığımız borç parayla Çırağan Sarayı ve Beylerbeyi Sarayı gibi ihtişamlı yapıların inşa edilmesi ile birlikte ekonomi iflasın eşiğine gelmiştir. Kaldı ki Sultan Abdülaziz ekonomiyi borcu borçla kapatarak çevirmeyi bir strateji haline getirmişti. Ancak bir gün bir yerde bu çarkın sıkışacağı çok açık bir şekilde görülüyordu.

Aslında Sultan Abdülaziz elinden geldiğince devleti daha iyi bir noktaya taşımak adına önemli yeniliklerde yapmıştı. Bu yeniliklerin başlıcalarından örnekler verecek olursak:

1863’te Bank-ı Osman-i Şahane adıyla ilk Osmanlı Bankası açıldı. Mekteb-i Sanayi, Mekteb-i Harbiye, Mekteb-i Sultani (Galatasaray Lisesi), Darülfünun (İstanbul Üniversitesi) Darülmuallimat (Kız Öğretmen Okulu) gibi birçok okul açıldı. Divan-ı Ahkâm-ı Adliye (Yargıtay), Şura-yı Devlet (Danıştay) kurularak güçler ayrılığı ilkesi adına ilk adımlar atıldı. İstanbul’u Paris’e bağlayacak olan demiryolu hattı projesine başlanıldı. Bütün vilayetlere ve kazalara telgraf hattı döşenerek haberleşmede ciddi gelişim sağlandı. Gayrimüslimlere Hicaz bölgesi dışında mülk edinme hakkı getirildi. Burada saymadığımız birçok yeni kurum ve kuruluş Osmanlı Devleti’ne kazandırıldı. Tanzimat ilkeleri doğrultusunda da yenilikler yapıldı. Bu yeniliklerin yapılması tabiki çok önemliydi ancak şunu unutmamak gerekir ki söz konusu yeniliklerin çoğu Avrupalı devletlerin baskıları sonucunda yapılmıştır.

Peki bunca yeniliğe rağmen Sultan Abdülaziz neden tahttan indirildi ve nasıl şaibeli bir şekilde vefat etti?

İşte kritik soru bu. Daha önce de adını zikrettiğimiz Âli Paşa ve Fuat Paşa’nın yerine Rus yanlısı Mahmut Nedim Paşa ve Meşrutiyet yanlısı Mithat Paşa’nın geçmesi ve bunlara daha önce Sultan Abdülaziz tarafından sürgüne gönderilen Hüseyin Avni Paşa’nın da eklenmesiyle payitahtta işler karıştı. Hüseyin Avni Paşa önderliğindeki iç muhalefete engel olunamadı.

Dışta ise hem Ruslar hem Avrupalılar Balkanlarda Osmanlı’ya karşı başlayan isyanları destekliyordu. Bu isyanlar karşısında Osmanlı Balkanlarda çok ciddi tavizler vermek zorunda kalıyordu. Hatta Girit Ada’sının elden çıkma sürecinin başlangıcı olan tavizlerde bu dönemde verilmek zorunda kalındı.

Hem iç siyasette hem dış siyasette hem ekonomide hem askeri alanda devamlı güç kaybeden Sultan Abdülaziz’in sonunu getiren olay 1875’te gerçekleşti. Osmanlı Devleti’nin borcu 200 milyon altına ulaşmıştı. Yıllık borç ve faizinin ödemesi on dört milyon altın olmuştu. Bütçede beş milyon altın açık vardı. İç ve dış borçlanma artık mümkün gözükmüyordu. Ekonominin çarkları tamamen sıkışmıştı. Tam bu sıkışıklığın ortasında Rus yanlısı Mahmut Nedim Paşa, Rus elçisi General İgnatiyef’in tavsiyesine uyarak bütün Avrupa’yı Osmanlı’ya düşman edecek olan ekonomik tedbirleri açıkladı. Aslında Rus elçi İgnatiyef’in de amacı Osmanlı’yı Avrupalı devletlerle karşı karşıya getirmekti. Mahmut Nedim Paşa çok büyük bir oyuna gelmişti.

Söz konusu tedbirlere göre Osmanlı’nın yıllık ödemesi gereken on dört milyon altının yarısına beş yıllığına el koyulacak ve tasarruf edilen yedi milyon altının beş milyonu ile bütçe açığı kapatılırken iki milyonu ile askeri harekat masrafları karşılanacaktı. Ellerinde Osmanlı tahvili bulunan Avrupalılar bir anda Osmanlı düşmanı olmuştu. Türk elçiliklerinin önünde gösteriler düzenleniyor, Türkler hakkında çok ağır yazılar yazılıyor ve artık Osmanlı’ya siyasi ve askeri destek verilmeyeceği ilan ediliyordu. Rusya emellerine ulaşmıştı. Artık arkasında Avrupalı devletlerin desteği olmayan bir Osmanlı bulunuyordu. Sonunda Osmanlıyı yalnız bırakmayı başarmışlardı.

İçerde ise Hüseyin Avni Paşa’nın liderliğindeki muhalefet, halkı ve öğrencileri örgütleyerek boykotlar düzenliyordu. Sultan Abdülaziz bu olayları durdurmak için yönetimde değişikliğe gitti. Kendisinin padişahlığına son verecek olan ekibi göreve getirdiğinin farkında bile değildi. Yeni kabinede Hüseyin Avni Paşa, Seraskerlik makamına getirilmişti. Hemen işe koyuldular 30 Mayıs 1876’da Sultan Abdülaziz’i tahttan indirip V. Murat’ı tahta çıkardılar. Sultan Abdülaziz’i önce Topkapı Sarayı’na yerleştirdiler. 1 Haziran 1876’da ise Feriye Sarayı’na naklettiler. Tahttan azledildiği bu süre içerisinde Sultan Abdülaziz’e türlü eziyetler ve hakaretlerde bulunuldu. Ciddi anlamda psikolojik bir baskı altındaydı ve nihayet 4 Haziran 1876’da Feriye Sarayı’nda yazının en başında anlattığımız iki senaryodan biri yaşandı ve Sultan Abdülaziz hayata gözlerini yumdu. Hüseyin Avni Paşa gerekli otopsinin yapılmasına bile izin vermedi ve bu vefat intihar olarak kayıtlara geçti. V. Murat’ın 3 ay içerisinde tahtı II. Abdülhamit’e devretmesi üzerine Yıldız Mahkemelerinde başlatılan tahkikatta ise Sultan Abdülaziz’in vefatının intihar değil bir cinayet olduğu kanısına varıldı.

Sultan Abdülaziz’in vefatı kimilerine göre intihar, kimilerine göre cinayettir. Yukarda olumlu ve olumsuz birçok gelişmesinden bahsettiğimiz Sultan Abdülaziz, kanaatimce bir cinayete kurban gitmiştir. Ancak bu vefatın bir intihar mı yoksa cinayet mi olmasından daha önemli olan bir şey vardır. O da Osmanlı Devleti gibi bir devletin hem ekonomik anlamda hem de siyasi anlamda nasıl bu hale geldiğinin ve bir padişahın nasıl bu hale düştüğünün çok iyi anlaşılmasının elzem olduğudur.

Selametle…

Mehmet Caner Çavuş

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu