TarihYazılar

Ne Taksim Ne Enosis

 

Akdeniz’in ortasında bir inci tanesi gibi parıldayan, ancak güzelliğinin ve konumunun bedelini yüzyıllardır kaos ve karmaşa ile ödeyen Kıbrıs, bugün hala dünya siyasetinin en önemli meselelerinden birisi olmaya devam ediyor. Kendi içinde hala ateşi tam olarak sönmemiş Türk-Yunan mücadelesi bir yana gerek Doğu Akdeniz içerisindeki enerji kaynakları mücadelesinde gerekse bölge devletlerinin deniz mili ve ulusal çıkarları meselelerinde olsun üzerindeki tartışmalar hız kesmeden dünya kamuoyunu meşgul etmeye devam ediyor. Ancak bugün üzerine duracağımız mesele adadaki Enosis-Taksim mücadelesinin kanlı sayfalarından biri. Bu vesileyle hem Kıbrıs Türklüğünün kahraman şehitlerini anıp hem de uğruna ne mücadelelerin verildiğini bir kez daha anımsayacağız.

Üzerinde duracağımız 27-28 Ocak olaylarına geçmeden önce meselenin altında yatan kavramları anlamak daha doğru olacaktır. 1958 yılının Kıbrıs’ına baktığımızda İngiliz yönetimindeki adada yaşayan Yunan ve Türk vatandaşlarının adanın geleceği ile ilgili tartışmaları diplomasi masasından ziyade savaş meydanlarında seyrediyordu. Bir yanda tüm şiddeti ve vahşetiyle EOKA (Ethniki Organosis Kyprion Agoniston: Kıbrıslıların Millî Mücadele Örgütü) terörü katliam ve baskılarına devam ederken diğer yanda TMT (Türk Mukavemet Teşkilatı) olanca gücüyle bu katliamlara karşı koyarak köy ve kentleri Rum çetelerinin baskın ve göç hareketlerinden korumaya çalışıyordu. İşte bu atmosferde Yunan tarafının tezi ENOSİS yani Kıbrıs adasının tamamının vilayet olarak Yunanistan’a bağlanması fikriydi. Rum kesimi bu tezi yaklaşık 40 yıldır Yunanistan’ın da desteğiyle sürdürüyordu. Enosis’e karşılık Türk kesimi de tabii ki Ankara’nın da desteğiyle TAKSİM yani adanın tamamen Türkiye Cumhuriyeti’ne bağlanması tezini ortaya atmıştı. Dr. Fazıl Küçük ve Rauf Denktaş liderliğindeki Kıbrıs Türk halkı adada kendisini yok sayacak hiçbir anlaşmayı tanımamaya ve hiçbir statüyü kabul etmemeye kararlıydı. Çünkü adada değil Enosis; Rum yönetiminde kurulacak bir yapı bile Kıbrıs Türklüğünün ya katliamla ya da Türkiye’ye göç zorunluluğuyla yok edilmesi demekti. İşte adadaki İngiliz yönetiminin uzun sürmeyeceği ve ardında büyük bir kaos bırakacağının artık net olarak görüldüğü 1958 yılında Ankara’da İngiliz Dışişleri Bakanı Salwyn Lloyd, Britanya’nın Kıbrıs Valisi Hugh Mackintosh Foot ve Türk Dışişleri Bakanı Rüştü Zorlu arasında Kıbrıs konulu bir toplantı gerçekleşti. Adadaki genel durum üzerine gerçekleşen bu bir nevi bilgilendirme toplantısı devam ederken 26 Ocak gecesinde Kıbrıs’ta yayın yapan Bozkurt gazetesine gelen sansasyonel bir bilgi 27 Ocak 1958 sabahında manşetten bütün adanın üzerinde bir şok etkisi yarattı. İngiltere Taksim’i kabul etti…

Dışişleri Bakanı Rüştü Zorlu’nun beyanı olarak servis edilen bu haber çok geçmeden adanın her yerine yayılır ve doğal olarak Türk tarafında büyük bir coşkuya neden olur. Ellerinde bayraklarla sokaklara dökülen binlerce Kıbrıs Türkü Ya Taksim Ya Ölüm sloganlarıyla yürüyüş yaptıkları sırada İngiliz askerlerinin sert müdahaleleri ile karşılaşır. Ne İngiliz yönetimine ne de Rum tarafına yönelik bir hareket olmamasına rağmen İngiliz birlikleri kalabalığı biber gazı ve coplarla dağıtmaya başlar. Rauf Denktaş ve Osman Örek gibi isimlerin yatıştırma çabaları sonucunda kalabalık tam dağılmak üzereyken bir İngiliz cipinin kalabalığı yarıp dört Türkü ezerek şehit etmesi olayları geri dönülmez bir noktaya taşır. Çıkan arbededen yaralı arkadaşlarını kurtarmak için arabalarıyla arkadaşlarını hastaneye yetiştirmeye çalışan 19 ve 20 yaşlarındaki üç genç Mustafa Mehmet, İbrahim Ali ve Sermet Ali Kanat İngilizlerin dur ihtarına uymadıkları için kurşunlanarak şehit edilenler arasındadır.

Olaylar neticesinde İngiliz Hükümeti 28 Ocak günü sokağa çıkma yasağı ilan eder ancak dökülen kanlar neticesine Türkleri yatıştırmak artık çok zordur. Magusa’da buluşan ve yürüyüşe geçen binlerce Türkün yolu bir İngiliz mangası tarafından kesilir. Magusa kapısı altında konuşlanan İngilizlerin Türkleri kışkırtmaktan başka bir iş yapmayacağı açıktır çünkü yürüyüşün amacı Magusa’da bir protesto yaparak dağılmaktır. Hiç kimse şehirden çıkmayı düşünmez. Ancak İngiliz askerlerinin bu tutumu sonuç verir ve kalabalık tarafından askerlere taşlar atılmaya başlanır. Zaten belirli bir bölgede sıkışıp kalan İngiliz askerleri de bu duruma önce gaz bombaları ardından da ateş açarak karşılık verir. İki günde yaşanan olaylarda 7 Kıbrıs Türkü İngiliz kurşunları ile şehit düşer. 1974 Kıbrıs Barış Harekatına kadar uzanan bu kanlı ve vahşi süreç boyunca Rumlar ve Türkler defalarca karşı karşıya gelir, çatışır ve kan döker ancak sonunda ne Enosis ne de Taksim kazanır…

Daha önce Kıbrıs meselesiyle ilgili Kod Adı: Bozkurt kitabı için bir inceleme yazısı yazmış ve orada şöyle bir ifade kullanmıştım “20. Yüzyıl Anadolu Türklüğü için adeta bir Kuva-i Milliye çağı olmuştu.” Gerçekten de sadece Anadolu Türklüğü için değil, neredeyse bütün Türkistan coğrafyası 20. yüzyılı direnişler ve bağımsızlık savaşlarıyla geçirmişti. Bütün Türk Dünyası gibi Kıbrıs’ta bu çağdan nasibini almış hatta belki en uzun ve en acılısını yaşamıştı. Bağımsız bir Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne giden yolu sadece Barış Harekatı ile değerlendirirsek isimli veya isimsiz yüzlerce Kıbrıs mücahidine haksızlık etmiş oluruz. Başta 27-28 Ocak şehitleri olmak üzere bütün Kuva-i Milliye çağı kahramanlarına saygı ve şükranla, yeni bir istiklal mücadelesi çağı yaşamamak dileğiyle…

Alperen KÖSE

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu