GündemTarihYazılar

Ne Olacak Bu Atatürk Meselesi?

 

Türkiye’de sanırım terör ile özdeşleşmiş malum siyasi grup dışında kalan her siyasi grubun kendine göre bir Atatürk tarifi vardır. Kimileri “Atatürk’ün yanındaki askerler Kurtuluş Savaşı yıllarında namaz bile kıldığını söylüyor.” diyerek aslında Atatürk’ün önce imanlı bir Türk genci olduğunu daha sonra bir şekilde bozulduğunu iddia eder. Kimisi “çok iyi rakı içerdi” diye dem vurur övüne övüne. Kimisi ise hiç sevmez ama sevmediğini de ifade etmek istemediği için “çok iyi bir askerdi ama…” diye başlayan cümleler kurar. Kimisi aslında bizi hiç ilgilendirmeyen, hesabını Allah’a vereceği bu konularla ilgili değerlendirme yapmadan bir Atatürk anlatır. Kimileri ise çok sever ve sahiplenir Atatürk’ü. Toplumun her kademesinden, her eğitim seviyesinden, her ekonomik seviyesinden insanın bir fikri vardır illa Atatürk ile ilgili.

Son zamanlarda da Atatürk’e yönelik hakaretamiz cümleler fazlasıyla gündem olmaya başladı. Dönem dönem her nedense bu tarz çıkışlar artar ve birden bıçak gibi kesilir ülkemizde. Sonra tekrar aynı şeyler gündem olur.

Açıkçası yukarda da söylediğim gibi hesabını Allah’a vereceği konularla ilgili benim söyleyeceğim bir şey yok. İlla da bir şey söyle sen tarihçi adamsın derseniz önce herkes kendine baksın derim…

Öncelikle şunu ifade etmek gerekir ki Atatürk’ün, tarih biliminin de konusu içerisine giren siyasi ve askeri kararlarını tartışabilir, doğru ya da yanlış kararlar olarak nitelendirebiliriz. Ancak Atatürk’e hakaret etmeye açıkçası bugün yaşayan hiçbir Türk vatandaşının hakkı olmadığı kanaatindeyim. Çünkü İngilizlere, Fransızlara, İtalyanlara, Ruslara, Ermenilere, Rumlara ve Yunanlara karşı diz çökmek zorunda kalmış Osmanlı Devleti’ni ve Türk milletini, Sultan Vahdettin’in bütün engellemelerine rağmen önce düşmana karşı direnmeye ardından düşmana karşı savaşmaya ve nihayetinde düşmana karşı galip gelip Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmaya inandırmış ve bunu başarmış bir Atatürk’ten bahsediyoruz.

Bizler ise Atatürk’ün 1923’te kurduğu bu devleti, az kalsın fethullah gülen isimli müptezelin peşinden giden fetocu hainlere 2016’da darbe yaptırarak kaybetme tehlikesi yaşayan bir nesil olarak Atatürk’e hakaret etmeye hakkımız olmadığı kanaatindeyim. Hangi siyasi gruptan olursak olalım hatta fetoculara karşı en önde mücadele edenlerden biri bile olsak, yaşananlarda hepimizin az ya da çok payı olduğunu düşünüyorum.

Bunun utancı bize yetmeli ve başımızı ellerimizin arasına alarak uzun uzun düşünmeliyiz! Nerede hata yaptık?

Artık gelelim konumuza. Bir tarihçi olarak düşünüyorum Atatürk bu hakaretleri duymak için ne yaptı. Hacısı, hocası, siyasetçisi, bürokratı, manavı, berberi, öğretmeni, öğrencisi, taksicisi, pazarcısı her telden insan bir şeyleri bahane ederek Atatürk’e hakaret edebiliyor. O zaman bende “ne yaptı bu Atatürk kardeşim?” sorusunu sordum ve cevabını bulmak için yine bir tarihçi olarak daldım kitaplara…

Öncelikle Atatürk’ü ve silah arkadaşlarını hatta o dönemde yaşamış bütün Türk gençlerini anlamak için o dönemde Osmanlı Devleti’nin içerisinde bulunduğu durumu anlamaya ve Türk milletinin, nasıl bir psikoloji içinde olduğunu kavramaya çalıştım.

Ne göreyim! 1800’lü yılların sonuna doğru artık Osmanlı Devleti’nin eski halinden eser kalmamış her alandan sıkıştırılmış bir devlet haline gelmiş. Uzun süredir geri çekilme ve toprak kayıpları yaşanmış. Ekonomik, askeri ve sosyal olarak batılı devletlerin kıskacında bir devlet haline gelmiş.

Eee hal böyle olunca, 1881’de doğan Mustafa Kemal asker olmak istemiş ve 1905’e kadar olan eğitim hayatını Selanik, Manastır ve İstanbul’da geçirmiş. Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu bu sıkıntılı durumdan nasıl kurtulacağını düşünmüş hep. Fikirlerinin oluşmasında Balkanlardaki muhalif ortamın ve İttihatçıların rolü de büyük olmuş. Ama Atatürk, hiçbir zaman başkalarının fikirlerini tam anlamıyla kendisine şiar edinmemiş devamlı surette kendi özgün düşüncelerinin peşinden gitmiş.

Bravo dedim kendi kendime. Atatürk doğru olanı yapmış. Ülkesinin geleceğini düşünmek ve geleceğini düzeltecek adımları atarken en önde yer almayı hayal etmek her Türk gencinin her devirde yapması gereken bir şey…

Eğitim hayatı boyunca Balkanlarda, Osmanlı Devleti’nin nasıl otorite kaybettiğini ve Osmanlı’ya bağlı milletlerin bağımsızlık arzusunu yakından görmüş.

1905’te ilk görev yeri olan Şam 5. Ordu’ya atandığında, özellikle Suriye bölgesindeki Arap aşiretlerin devlete karşı olumsuz tutumuyla karşılaşmış. Doğudan batıya, kuzeyden güneye Osmanlı Devleti’nin bütün tebaları tarafından sırtından vurulduğu gerçeğiyle yüzleşmiş ve bu kötü gidişe bir son vermek için “Vatan ve Hürriyet” derneğini kurmuş.

1907’de merkezi Manastır’da olan 3. Ordu’ya atanmış.

1909’da 31 Mart Vakası sebebiyle Hareket Ordusu ile İstanbul’a gelmiş ve burada II. Meşrutiyet’e karşı başlayan gerici bir isyanın bastırılmasında rol almış.

1910’da Mahmut Şevket Paşa ile birlikte Arnavutluk’ta çıkan ayrılıkçı isyanı bastırmaya gitmiş.

1911’de ise İtalya’nın güçlü bir ordu ile Trablusgarp’ı işgal etmesi üzerine, daha evvel İngilizlerin işgal ettiği Mısır’dan türlü zorluklarla geçerek Trablusgarp’a varmış ve orada İtalya’ya karşı yerel halk ile birlikte bir direniş örgütlemiş ve büyük ölçüde başarılı olmuş hatta Binbaşı rütbesine yükselmiş fakat Balkan Savaşı’nın patlak vermesi üzerine Trablusgarp’ı bırakarak İstanbul’a geri dönmek zorunda kalmış.

Balkan Savaşları esnasında olası bir tehlikeye karşı Çanakkale Boğazı’nı korumakla görevlendirilmiş. Nasılsa buralarda savaş yok deyip yan gelip yatmamış ve Çanakkale coğrafyasına çok iyi çalışmış bu sayede 1. Dünya Savaşı ile Kurtuluş Savaşı’nda Çanakkale’yi avucunun içi gibi bildiğinden düşmanların korkulu rüyası olacağı günlerin hazırlığını yapmış aslında. Balkan Savaşları esnasında Osmanlı Ordusu’nun içinde bulunduğu sıkıntılı durumu görmüş ve daha dün tebamız olan devletlerin neredeyse başkent İstanbul’u ele geçirecek kadar güçlü, Osmanlı’nın ise bu devletlere karşı kaybedecek kadar kötü duruma düşmesinin sebepleri üzerine fikir yürütmüş.

1914’te 1. Dünya Savaşı’nın başlaması üzerine Çanakkale Cephesi’nde görev almış.

1915’te Mustafa Kemal, Albay rütbesine yükselmiş ve Anafartalar Grup Komutanı olmuş. Kazandığı zaferin ardından kendisine “Anafartalar Kahramanı” denilmiş.

1916’da Kafkas Cephesi önem kazanınca Mustafa Kemal, Mirlivalığa yani Tümgeneralliğe terfi ettirilerek Kafkas Cephesi’ne gönderilmiş. Burada Ruslara karşı önemli başarılar elde etmiş.

1917’de ise Güney Cephesi’ne Yıldırım Orduları Grup Komutanlığı’na bağlı olan Halep bölgesi 7. Ordu Komutanlığına atanmış.

1918’de Filistin Cephesi’ne baskın yapan İngilizlere karşı savaşarak Halep’e geri çekilmiş ve Mondros Mütarekesi imzalanana kadar bölgede kalarak durumunu korumuş. Mondros Mütarekesi’nin ardından İstanbul’a döndüğünde ise boğazda demirleyen düşman gemilerini görünce o meşhur sözünü söylemiş: “Geldikleri gibi giderler…”.

Yazıyı daha fazla uzatmamak için Kurtuluş Savaşı yıllarından bahsetmeyeceğim. Fakat Atatürk’ün 1905 yılı ile 1918 yılı arasında askeri görevleri kapsamında neleri başardığını ve daha da önemlisi hangi coğrafyaları nasıl imkansızlıklar içerisinde, kelle koltukta gezdiğini hep birlikte yıl yıl görmüş olduk. Birde bunların üstüne Milli Mücadele’yi ekleyince zaten bugünün insanlarının bırakın hakaret etmeyi eleştirirken bile yüzü kızarması gerekmez mi?

Şimdi vicdan sahibi her insana sormak istiyorum… 13 yıl boyunca Şam, Halep, Filistin bölgelerinde İngilizlere karşı savaşan, Trablusgarp’ta İtalyanlara karşı savaşan, Diyarbakır, Bitlis, Muş bölgelerinde Ruslara karşı savaşan, İstanbul’da gerici bir isyanı durduran, Arnavutluk’ta ayrılıkçı bir isyanı bastıran, doğup büyüdüğü Balkan topraklarını Balkan Savaşları ile kaybeden, Çanakkale’de İngilizlere karşı Osmanlı Devleti için savaşan bir Atatürk var karşımızda. Bizim bugün tatil için gitmeye bile temkinli yaklaşacağımız, ülkemizin sınırları dışında kalan coğrafyalarda Osmanlı Devleti için bütün imkansızlıklara rağmen gidip savaşan bir Atatürk’ten bahsediyoruz.

Kurtuluş Savaşı ile yıkılan Osmanlı Devleti’nin yerine Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmayı başaran ve bize bu güzel ülkeyi armağan eden Atatürk’ten bahsediyoruz.

Şimdi bütün bunları bilip, okuyup, anlayamadığım bir sebeple adeta “neden bizi düşmandan kurtardın? Neden ömrünün en güzel yıllarını dört bir yanda düşmanla savaşarak geçirdin?” dercesine Atatürk’e karşı bazı insanlarda kin ve nefret, buna bağlı olarak ta talihsiz hakaretamiz açıklamalar duymayı açıkçası aklım almıyor. Atatürk’ün savaşmaya gittiği coğrafyalara gezmeye bile gitmeyenler, gidemeyenler Atatürk’e hakaret ediyor. Ne yazık ki yine siyasi ve dini meselelere tarihimiz ve tarihi kahramanlarımız kurban ediliyor.

Söyleyecek söz kalmadı. Allah ıslah etsin.

M. Caner Çavuş

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu