ToplumYazılar

İstanbul Sözleşmesi’nde Ailenin Durumu

Tanzimat’tan bu yana en büyük tehdit ailenin çözülmesidir! Ailenin korunması milli güvenlik meselesi haline gelmiştir! Avrupa’dan fonlanan yıkım projeleri yerli renklerle boyanarak hayata geçirilmektedir.

Sözde “Kadınlara yönelik şiddet ve aile içi şiddetin önlenmesi ve bunlarla mücadeleye ilişkin “Avrupa Konseyi Sözleşmesi” diğer adıyla İstanbul Sözleşmesi, kadına yönelik şiddeti ele alıyor olarak görünse de içerdiği maddeler gereği aile bağlarını koparmaya dayanan toplumun temel yapı taşlarını zedeleyen bir yapıya sahiptir. Batıdan ithal edilen bu yasalar aile yapımızı günden güne tehdit etmektedir. Bütün bu yapılanların amacı aile kurumunun ve buna bağlı olarak toplumun çökertilmesidir.

Madde 3/b’de

“…aile içi şiddet”, eylemi gerçekleştiren, mağdurla aynı ikametgâhı paylaşmakta olsun veya olmasın veya daha önce paylaşmış olsun veya olmasın, aile içinde veya aile biriminde veya mevcut veya daha önceki eşler veya birlikte yaşayan bireyler arasında meydana gelen fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik şiddet eylemleri olarak anlaşılacaktır…”

Yıllar boyu gelen Türk ailesi tanımına baktığımız da her zaman geleneksel aile yapısı korunmaya çalışılmıştır. Bu yapı anne, baba ve çocuklardan oluşan bir aile yapısıdır. Ancak bu madde ile birlikte “birlikte yaşayan bireyler” ifadesinde aile kavramı en basit hale indirgenmiştir. Nikahsız birliktelikler, kadın-erkek, erkek-erkek, kadın-kadın veya LGBT bireylerini aile tanımında kabul etmeye açık hale getirilmiştir.

Madde 8’ de

Sözleşmenin mali kaynaklar bölümündeki şart bizim gibi din, vatan ve aile sevdalısı herkesin yüreğine oturacak bir maddedir.

“Taraflar, sivil toplum ve sivil toplum kuruluşları tarafından yürütülenler de dâhil işbu sözleşme kapsamında yer alan her türlü şiddetle mücadele ve şiddeti önlemeye ilişkin bütüncül politikaların, tedbirlerin ve programların uygun biçimde uygulanması için yeterli mali ve beşeri kaynak tahsis eder…” 

Toplumsal cinsiyet eşitliğini savunan derneklere ki ülkemizde bunların çoğu kültürümüze, dini hassasiyetlerimize ve devlet yapımıza muhalif unsurlar ve derneklerdir; sözleşme ile taraflar bunları maddi olarak besleyeceklerine söz vermişlerdir. Yani anlayacağınız üzere bu muhalif unsurlara ve derneklere sadece Avrupa fonundan değil, bizim cebimizden de para akıtılmaktadır. Bu durumun kendi mermimizle kendimize kurşun sıkmaktan hiçbir farkı yoktur!

Madde 12/1’de

“…veya kadınlar ve erkekler için alışılagelmiş rollerin bulunduğu düşüncesine dayanan ön yargıları, örf ve adetleri, gelenekleri ve her türlü farklı uygulamaları ortadan kaldırmak amacıyla kadınlar ve erkeklere ilişkin sosyal ve kültürel davranış modellerinin değişimini sağlamak için gerekli tedbirleri alır.” denmektedir.

Sözleşmede geçen bu madde ile birlikte çok uzun yıllar toplumumuz tarafından kabul görmüş geleneksel aile yapısı, davranış kalıpları ve roller ortadan kaldırılmak istenmektedir. Ancak yerine konulması hedeflenen davranış ve roller hakkında bir bilgi verilmemektir. Kadın ve erkeğe tanımlanacak yeni roller ilk önce aile içerisinde bir çatışmaya sebep olacak daha sonrasın ise başka bir toplumsal inşa süreci oluşturulmak istenmektedir. Öteden beri koruduğumuz gelenek, örf ve âdetlerimiz bir hedef tahtasına oturtulmaktadır.

Madde 48’de

“Taraflar işbu Sözleşme kapsamındaki her türlü şiddete ilişkin olarak, arabuluculuk ve uzlaştırma da dâhil olmak üzere, zorunlu alternatif uyuşmazlık çözüm süreçlerini yasaklamak üzere gerekli hukuki veya diğer tedbirleri alır.” denmektedir.

Bu madde de sadece fiziksel şiddete yönelik değil, tüm şiddet türlerine yönelik bir yasağın konulduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla şiddet türü ne olursa olursun; fiziksel, cinsel, ekonomik ve psikolojik hiçbir şekilde arabuluculuğa yer verilmemektedir. Aileyi koruyabilecek onun yıkımını önleyebilecek hiçbir tedbir bulunmamaktadır. Ailenin çöküşünün önüne geçebilecek faydalı arabuluculuklar dışlanmaktadır.

Ailede arabuluculuk kavramından da uzaklaşılmaması gerektiğini hatırlatan Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Yeterince tartışılmadan çıktığı için bizim kültürümüze uymayan yönleri var. Orada arabuluculuk sistemi ile ilgili şöyle bir madde var; Toplumsal uzlaşı ve adaleti sağlamaya yönelik önemli eylemlerden biri olan arabuluculuk sistemi uzlaştırma girişimlerinin hepsinin ortadan kaldırılması ve yasaklanması şeklinde bir madde var. Aile içi problemlerde bizim kültürümüzde komşular, akrabalar, anne babalar birer hakem gibi çalışır. Birçok problemi çözüyor. Bunlar bizim artılarımız. Ailedeki arabuluculuk sistemi kaldırılırsa bu durum aile içi şiddet olaylarını daha da artırıcı etki yapar. Bu da revizyon gereken bir durum olarak gözüküyor.” olarak düşüncelerini ifade etmektedir.

İstanbul Sözleşmesi’nin iptal edilmesini istemek; boşanmak isteyen eşlerin öldürülmesini onaylamak, aile bütünlüğünün korunması uğruna kadının can güvenliğini tehlikeye atmak, kadının yaşadığı her türlü travmatik duruma rağmen evliliği sürdürmeye zorlamak veya kadını sadece ev içi rollerle tanımlamak demek değildir!

İstanbul Sözleşmesi’nin iptalini istemek şiddetin araçsallaştırılmasına karşı çıkmak, aile kurumu üzerindeki tahakkümün kalkmasını istemek demektir. Şiddetin önlenmesine ilişkin ülkemizin yerel özelliklerini ve aile kurumunun saygınlığını esas alan tedbirlerin alınması mümkündür. Aile politikaları feminist ideolojilerin insafına bırakılamayacak kadar önemlidir. Ülkemiz hukukçuları, sosyal bilimcileri, aydınları ve âlimleri zaman kaybetmeden bu önemli konuda çalışmalar yürütmeli ve inisiyatif almalıdır.

Ayşenur Çin

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu