
Sevgili okuyucularım, bu hafta sizlere Kocaeli’ deki Ermenilerden bahsedeceğim. Daha önceki iki yazımda daha çok Akmeşe ve Ruhban Okulu hakkında özel konulu çalışmalardan bahsetmiştim. Bu yazı devam niteliğinde olmakla beraber tüm şehirdeki ana hatları ile Ermenilerin durumları içerecektir.
Öncelikle bölgeye gelişlerinden bahsedelim. Önceleri yok denilecek kadar az olan Ermenilerin bölgede topluluk oluşturmaları 17.yüzyılı bulmuştur. Kilikya Ermeni Baronluğu’nun yıkılmasını hemen ardından göç faaliyetleri başlamıştır. Bu ilk göç hareketinde Ermeniler, İzmit’in güneybatı ve batı kesimlerinde bulunan Karamürsel, Tepeköy, Defne bölgelerine yerleşmişlerdir. İkinci göç faaliyetinin sebebi Timur’un Erzurum, Erzincan, Bitlis, Sivas, Van gibi Anadolu şehirlerini ele geçirmesidir. Timur’un baskısından ve tutumundan kaçan önemli miktarda Ermeni, İzmit bölgesine gelmiştir. Üçüncü göç faaliyetinin nedeni ise 1514 Osmanlı – İran Savaşı’dır. Dördüncü ve İzmit dolaylarındaki Ermenilerinin büyük bölümünü oluşturacak olan bu göç dalgasının sebebi ise 16. ve 17.yüzyıllarda çıkmış olan Celali İsyanları’dır. Son olarak dini baskılar nedeniyle Doğu Karadeniz’den özellikle Hemşin bölgesinden 19. yüzyılda göçen Ermeniler de mevcuttur.
Bithinia’daki Ermeni yerleşim alanları içerisinde en önemlisi, Ermeni kaynaklarında da belirtildiği üzere İzmit – Yalova – Adapazarı’nı içine alan “İzmit Ruhani Üçgeni”dir. Bu üçgen içinde, Akmeşe ya da önceki adı ile Armaş’ın ayrı bir önemi vardır. Ayrıca bahsettiğimiz bu bölgeyi Evliya Çelebi, ağaç denizi olarak betimlemiştir.
Ermenilerin göç için bu yöreyi seçmeleri şüphesiz rastgele olmamıştır. Bu bölgenin tercihinde kentin jeopolitik konumu ve kentin sağladığı imkanlar oldukça belirleyici rol oynamıştır. Çünkü İzmit, İstanbul’a çok yakındır. Başkente olan yakınlığın dışında ise topraklar tarım için oldukça uygundur. Bir diğer sebep ise ticarettir. Yörede ticaret oldukça gelişmişti. Öyle ki başkent İstanbul’un ihtiyaçlarını karşılayan en yakın sancaklardan biri de İzmit Sancağı’dır. İzmit bulunduğu bölge açısından da önemli ticaret yollarının üzerindeydi ve önemli ticaret şehirlerinden biridir.
Yerleşim yerlerinden de bahsedecek olursak daha önce bahsetmiş olduğum Armaş yani Akmeşe haricinde İzmit Livasında en yoğun yaşadıkları bölge Bahçecik ve merkez olan İzmit’tir. Arslanbey ve Yuvacık’ta hatırı sayılır bir Ermeni topluluğundan söz edebiliriz. Sizleri sayılarla ve istatistiki bilgilerle yormak istemediğimden bu kısmı pas geçiyorum.
Ermenilerin Liva’daki sosyo-ekonomik durumlarına göz atacak olursak oldukça iyi durumda olduklarını rahatlıkla söyleyebiliriz. İzmit genelinde tersanede, çuha fabrikasında ve çeşitli sanayi kollarında çalışan Ermeniler bu işlerin yanı sıra esnaf ve zanaatkar grup içinde de önemli çoğunluğa sahiptiler. Boyacılık, marangozluk, kantarcılık, demircilik, kerestecilik, kuyumculuk gibi mesleklerin yanı sıra ipekçilik, tarım ve darphane için çam kömürü üretimi gibi işler ile meşgul olmuşlardır. Eğitim konusunda da önemli kısıtlamalara maruz kalmamışlardır. Yukarıda bahsettiğim tüm nahiyelerde kendi nüfuslarına yetecek kadar okulları mevcuttur. Örneğin Yuvacık’ta 1863 (R.1324)’te erkek ve kız öğrenciler için tesis edilmiş, dokuz yıl süreli Vartanyan Okulu’nun 1912’deki öğrenci sayısı, 15 erkek ve 10 kız olmak üzere 25’tir. Bunun yanında Yuvacık’ta “Kınarik” adlı bir derginin yayınlanması da buradaki Ermenilerin kültürel faaliyetlerini göstermesi açısından önemlidir. Bunların dışında Liva’da Amerikan Okulları ve Fransız Okulları da bulunmaktadır.
Birinci Dünya Savaşı sırasında başta Rusya olmak üzere İngiltere, Almanya, Fransa, Amerika gibi büyük devletlerin Ermenileri kullanmaları, Osmanlı Devleti açısından da “tehcire” giden sürecin başlamasına neden olmuştur. Bu sürecin başlangıcı 19.yüzyılın başlarına kadar dayanır. En önemli sebebi ve süreci başlatan etmen şüphesiz Avrupalı devletlerin ilk defa 1814 Viyana Kongresi’nde gündeme getirdikleri “Şark Meselesi”dir. Şark Meselesi Avrupa devletleri için Osmanlı’nın Avrupa’ya adım atışı, Türklerin Anadolu’ya gelişi hatta Müslümanlığın doğuşuna kadar inen temelleri bulunmaktadır. Ermeni Sorunu da bu meseleden ayrı düşünülemez. 1877 – 78 Osmanlı – Rus Savaşı sonrası imzalanan Ayastefanos Antlaşması’nda Ermeniler ilk kez bir sorun olarak ortaya çıkmaktadır.
İzmit ve civarı ve bilhassa Bahçecik, çetece çok ileri gitmiş, komite liderlerinin en önemli manevra alanı olmuştu. Yine Adapazarı da çete faaliyetlerine ev sahipliği yapıyordu. İzmit’in İstanbul ile Anadolu arasındaki stratejik konumundan dolayı Ermeni komitelerinin bu bölgeye çok daha fazla önem verdiği görülmektedir. Taşnak Komitesi’nin stratejik ve lojistik olarak İstanbul’un doğusunda kullandığı hat Bursa, İzmit ve Adapazarı idi. Buradaki kiliseler ile Bahçecik’teki Amerikan Koleji ve Bursa’daki Ermeni okulları hattın hareket noktalarıdır. Ermeni çalışmaları da İzmit’te Bahçecik çevresinde ve Adapazarı merkezinde yoğunlaşır. Amerikan Misyonerlerin Ermeni Meselesi’ndeki etkin rolleri İzmit ve çevresinde de görülmektedir. Bölgedeki Amerikan vatandaşı Misyonerlerin çabaları Hükümetçe izlenmektedir. Özellikle Bahçecik’teki Amerikan Okulu’nun, komitelerin ve çetelerin faaliyetleri sonucu İzmit’te Ermeni toplumunun milli bilinci uyandırılmış ve her iki toplum arasında da istenmeyen sonuçlara yol açmıştır.
Komitelere bakacak olursak Taşnak Komitesi’nin İzmit bölgesindeki en önemli temsilcisi, aynı zamanda Hınçak Komitesi ile de yakın ilişkisi bulunan Ermeni Donik’tir. Her türlü masrafları İngilizlerce karşılanan Donik, 300 kişilik çetesiyle Arslanbey’de karargah kurmuş ve civarı kendine bağlamış, kendinden habersiz kuş uçmaz duruma gelmişti. Bu çeteyi Müslüman Osman adındaki gönüllü Kuvay-i Milliye neferi ani bir baskınla yok etmiştir. Armaş Ermenilerinin komite etkinlikleri Bahçecik’e kıyasla azdır. Bu durumun en büyük tetikleyicisi Ermenilerin Amerikan Koleji etrafında örgütlenmeleridir.
İlk günlerde Kayseri, Amasya, Yozgat, İzmit ve Bursa gibi yerlerde tehcir kanunu uygulanmak istenmese de İngiliz ve Fransız donanmalarının Çanakkale’ye saldırması, Rusya’nın Karadeniz Ereğli’sini bombalaması ve başkente yakın Ermenilerin de gösterilere girişmesi sevk ve iskanı zorunlu hale getirdi. Armaş Manastırı’nda bulunan bombalar ve silahlar durumun vahametini gözler önüne seriyordu.
Osmanlı cephelerde savaşırken, Ermenilerin Rusya ile iş birliği yapmaları, ayaklanmalara devam etmeleri Osmanlı’yı birtakım önlemler almaya mecbur bırakmıştır. Ermenilerin ileri gelenleri önce devlet tarafından uyarılmıştı. Dahiliye Nazırı Talat Paşa, İngiltere, Rusya ve Fransa’nın Türklerin Ermenileri katlettikleri yolundaki yalan propagandalarının artması üzerine, sevk ve iskan uygulamasını başlatırken aldığı sorumluluğu, 27 Mayıs 1915’te çıkarılan ve 1 Haziran 1915’te Tavim-i Vekâyi’de yayınlanan kanun ile orduya devrediyordu. Tehcir, aslında kasıtlı bir amaç olmaksızın vaziyeti en az ve en hafif şartlarla kurtarmak için yapılan bir uygulamadır. Ermenilerin mağdur olmamaları için devlet tarafından alınan tedbirdir. Devlet Ermenilerin iaşelerini, mali ve iktisadi meselelerini halledecek, onlara ait gayrimenkulleri tespit edecek ve koruyacak, gittikleri yerlerde iş, arazi ve emlak tahsis edecekti. Değil Ermenilerin imhası, mağduriyetleri bile söz konusu değildi.
Nezaretçe İzmit ve çevresindeki Ermenilere tehcir esnasında toleranslı davranılmaktadır. Nezaret, İzmit mutasarrıflığına verdiği emirde öncelikli olarak şehre gelen Ermenilerin gönderilmesini ister. Tabii buradan İzmit’teki Ermeniler tehcire uğramadılar diye bir sonuç çıkarmak zordur. Zira bir müddet sonra şehirdeki Ermenilerin de Anadolu’nun iç bölgelerine doğru sürüldükleri bilinmektedir.
1915’teki sevk ve iskan neticesinde Ermeniler değişik bölgelere gitmişlerdir. 1918’de ise geri dönen Ermeniler yaşantılarına kaldıkları yerden devam edememişlerdir. Bir de saydığımız devletlerin kışkırtmaları devam edince Ermeniler yeniden çeteleşmeye, ayaklanmaya, isyan faaliyetlerine devam etmişlerdir. Osmanlı Devleti bunlara ne kadar göz yumduysa Ermeniler bir o kadar daha eylemlerinin dozunu arttırmıştır. Ermeni çetelerine karşı Türk ve Müslümanlar da karşılık verme eğilimine girmişlerdir fakat asla Ermeniler gibi yoktan sebeplere değil, kendilerini korumak için bu yola başvurmuşlardır. Bu olayların sonucunda da artık ne Ermeniler, Türkler ile ne de Türkler, Ermeniler ile birlikte yaşamak istiyordu.1918’den 1922’ye kadar bir süre daha kalan Ermeniler, Rumların da ayrılması sonucu daha fazla duramadılar ve Türkiye’den ayrıldılar.
O günden bugüne kadar gelen “soykırım” iddiaları devam etmiştir. Bu iddiaların asılsız ve yalan olduğunu, asıl soykırım faaliyetlerini kendilerinin yürüttüğünü yıllardır kabul etmeyen Ermeniler, bugün hala Avrupa’ya soykırımı yutturmaya çalışmaktadır ve bu konuda da oldukça başarılı olmuşlar, olmaktadırlar. Biz ise sürekli aksini ispat etmemize rağmen “büyük” devletlerin ilgisini çekememekteyiz.
Bir asırdır, soykırım yapmadığımız aşikâr olmasına rağmen hiçbir devlet bize ve söylediklerimize kulak asmamaktadır. Fakat bu sözde “medeniyet” timsali “büyük” devletlere, Ermenilerin Karabağ’da Azeri Türklerine yaptıklarını, Hocalı Katliamı sorulduğunda ise yüz çevirmekten başka yaptıkları bir şey yoktur. Zaten bu büyük devletler bizim haklı olduğumuzu hiçbir zaman kabul etmeyeceklerdir. Çünkü bu “mesele”yi başlatan da körükleyen de bizzat kendileridir.
Sabırla bu yazı dizisi tadındaki seriyi okuduğunuz için teşekkür ederim, kalın sağlıcakla.
Mehmet Bahadır Yazıcı