Yazılar

Değişmeyen İnsan

 

Hayatta bazı şeyler vardır ki hiç değişmezler. Misal insan… İnsan yüzyıllar boyunca belki şekil itibari ile çeşitli değişiklikler yaşamış olabilir. Güneş ışığının fazla olduğu bölgelerde derileri kararır yahut karla kaplı yerlerde yine güneş ışıkları sebebiyle gözleri çekik hale gelir. Zaten şekil olarak değişim doğanın kanunudur. Bundan kaçış yoktur. Fakat insanın geçmişten beri değişmeyen özellikleri vardır. Bunlardan ilki hayatta kalmak ve yanındakileri hayatta tutmaktır. İnsanlar henüz aile kavramından çok uzakken yani sosyal bir toplum olamamışken anne kendi çocuklarını bir arada tutmak için organize olur. Toplayıcılık faaliyeti ile çocuklarını besler. Anne daha sonraları çocuklarını beslemek için yeterli besin bulamaz ve mekan değiştirir. Maksat daha fazla yiyecek bulmaktır. Devamında daha fazla araziye ihtiyaç duyan anne kendisinden daha güçlü olan erkeğe gereksinim duyar. Baba burada olaya dahil olup ona yardım eder ve aile kavramı kaba taslak bu şekilde meydana gelir.

Daha ilerleyen dönemde, Bozkır medeniyetinin yaşandığı, Orta Asya ve Güney Sibirya Türk boylarını ele alalım. Hayatlarını idame ettirmek, otlak ve hayvan sürüleri elde etmek maksadıyla çeşitli mücadelelere girişler ve her boy bir liderin çevresinde toplanmak mecburiyetinde olur. Ve daha da yakın bir dönemde, misal Anadolu’da bir köyde, akrabaları ile arazi anlaşmazlığı yaşayan bir insan yine aynı şekilde -tahminimce kendisinin bile bilmediği geçmişindeki gibi- toprak kavgası etmeye devam eder.

Yine insanın değişmeyen özelliklerinden biri; bir şeye sahip olma isteği. İnsan önce yaşadığı yere sahip olmak ister. Etrafındakileri püskürtür. Daha düzenli bir topluma geçtiğimizde bu istek biraz daha organize hali ile karşımıza çıkar. Artık devletler kurulur yöneticiler, liderler ortaya çıkar. Topraklara sahip olma isteği ile fetihler yapılır. Bu hisler aynı zamanda insanda hayatta kalma dürtüsünün bir devamıdır. Fakat bir merhale üstüdür. Ayni şekilde Bozkır medeniyetinde de her şeye sahip olma isteği vardır ve bunun yanında çok sert bir medeniyettir. Daha fazla araziye sahip olma isteği, mücadele etmek ve kendisine karşı yapılan olumsuzluğun intikamını almak için eyleme geçme halidir. Saygınlığa karşı çok keskindir. Sırf bu sebepten bugün araştırmacılar mezarlar ile fazla karşılaşmaz. Çünkü düşmanların atalarının mezarlarını bulup hakaretamiz davranışlarda bulunmasını istemezler. Bu yüzden mezarlar saklıdır ve cenazeyi defneden kişiler de çoğunlukla öldürülür.  Bunun yanında Bozkırdaki bu sahip olma isteği “Cihan Hakimiyeti” adı altında devam ederken İslamiyet ile birlikte artık Allah adına ve dini yayma görevi ile cihat yapma olarak görülür. Bu istek bana göre eskisinin sadece yeni bir elbiseye bürünmüş halidir. İnsan burada da kendisinden taviz vermez.

Başka bir özellik ise bir şeylere inanma ihtiyacıdır. İnsan karnını doyurup yerini yaptıktan sonra artık ruhunu beslemek ister. Gördüğü ve ona kendi mantığıyla bir açıklama getiremediği şeylere bir kutsiyet atfeder. Güneşe, aya, yıldıza, suya, toprağa, ateşe tapar. Bozkırda da kutsal olan çeşitli nesneler vardır. Örneğin kurt kutsal bir hayvandır. Türeyiş destanında Uygur hükümdarının kızı, kurt şekline (donuna) bürünmüş tanrı ile evlenmiştir. Yahut Ergenekon destanında dağdan bir kurdun peşi sıra çıkmışlardır. Başka bir kutsiyet ise geyiğe verilmiştir. Hatta Cengiz Aytmatov’un romanlarına bile motif olarak konu olup bu kutsallığından bahsedilmiştir. Bugün pek önemsemeyip tahrip ettiğimiz ağaçlar ise yine bir başka kutsal varlıktır. Oğuz Kağan destanında Oğuz’un ikinci karisi bir ağaç kavuğundan doğar. Başka bir destanda ise Tanrı yeryüzündeki dokuz insan cinsini bu insanları yaratmadan önce yarattığı dokuz dallı bir ağacın gölgesinde barındırmıştır. Bu kutsallık Anadolu topraklarındaki ağaçlara çaput bağlama ile ilişkilendirilebilir. Sadece o da değil Osmanlı Devleti’nin simgesi olan çınar ağacı ve her Türk köyünde fark edilirse cami, kahvehane gibi yerlere ekilmiş çınar ağaçları da bu kutsallığın devamı sayılabilir.  Tüm bunlarla aslında fark etmediğimiz çoğu şeyin bu birikimler üzerine bina edildiğini rahatlıkla anlayabiliriz. Türklerdeki Göktanrı inancı yine o dönemin insanının inanma ihtiyacını karşılamak içindir. Yakın dönemde artık ilahi dinler insanın tüm bu inanma ihtiyacını karşılar. İnsan var olduğu sürece tüm bu saydıklarımız gibi devam ettireceği nice istek ve ihtiyaçları olacaktır. Geçmişten günümüze değişen tek şey bunların şekilleridir. Bugün yaptığımız çoğu şeyin aslında geçmişten beri var olduğu fakat farklı şekilde cereyan ettiğini anlamak zor olmasa gerek. Keyifli okumalar dilerim.

Hilal Yücebaş

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu