TarihYazılar

Kanla Yazılan Bir Destan : Çanakkale

Aylardan Mart ve günlerden 18’iyse aklımıza ilk gelen Çanakkale Savaşı’dır. Ve ne kadar savaş desek de Çanakkale I. Dünya Savaşı’nda İtilaf Devletleri tarafından topraklarımızda açılan bir cephedir aslında. Ve bu cephede yaşanacak akıl almaz savaş tüm dünyayı etkileyecek sonuçlar doğuran bir destana dönüşmüştür. Kanla yazılan bir destana…

Açlığa karşı tokluğun, modern silahlara karşı süngünün, zalimliğe karşı merhametin, tüm imkânsızlıklara karşı vatan sevgisinin, millete bağlılığın, bağımsızlığa düşkünlüğün Türk milleti tarafından tüm dünyaya duyurulmasının destanına.

Çanakkale Savaşı aslında başlı başına bir tarihtir tüm yaşananları yazmaya ne mürekkep yeter ne kâğıt. O yüzden olaylardan kısaca bahsetmek istiyorum sizlere.

1914 yılı Avrupalı Devletlerin (İtilaf Grubu) Dünya’yı paylaşma rekabetinin savaşa dönüşmesine sahne oldu. İngiltere, Fransa, Rusya karşılarında ki Almanya, Avusturya ve Osmanlı ittifakının en kolay lokması Osmanlı idi. Çanakkale harekâtının fikir babası olan Churchill’e göre zırhlıların büyük topları karşısında Türk askeri hemen kaçacak “Hasta Adam” olarak nitelendirdikleri Osmanlı topraklarını çabucak paylaşacaklardı. Tüm bu planlar dâhilinde İngiltere daha savaş ilan edilmeden Seddülbahir’i bombalayarak 86 askerimizi şehit etti.

Asıl saldırılar 1915 Şubatında başladı 18 Mart ise en güçlü saldırının yaşandığı gündü. Osmanlı ordusunun savaş stratejisi olarak Nusret Mayın Gemisi ile boğaza döşediği mayınlar düşman donanmasına ağır kayıplar verdirdi. Bu durum deniz savaşlarını sona erdirirken 25 Nisan 1915’te Gelibolu Yarımadası’nda kara mücadelesi başladı. Ancak Osmanlı ordusu ile Türk milletinin büyük mücadelesi sonucu toplamda yapılan üç çıkartma da başarısız oldu. İtilaf Devletleri 1916 Aralık ayında Gelibolu Yarımada’sından çekilmek zorunda kaldılar.

Bu öyle bir savaştı ki savaş boyunca 1 metre kareye ortalama 6000 mermi düşmüştür ki bu oran dünya tarihinde ki en yüksek orandır. Savaş alanında çok yakın mevzilerde savaşıldığı için havada çarpışarak birbirine geçmiş birden çok mermi bulunmuştur ki iki merminin havada çarpışma oranı 600milyonda birdir.

 

Bu olağandışı şartlarda Çanakkale’de görev yapan ismini bildiğimiz bilmediğimiz gerek cephe içinde gerek ardında görev yapan tüm şehit ve gazilerimize minnet borçluyuz o yüzden bu kahramanlardan birkaçından bahsetmeden geçemeyeceğim.

İlki bu görevden sonra Türk milletinin gerçek bir lider olarak gördüğü çıkarmaların Anafartalar bölgesinden yapılacağını öngören, Liderlik ettiği 57. Alay ile birlikte Arıburnu çıkarması yapan Anzakları püskürten,  Conkbayırı zaferi öncesinde dünyaca ünlü “Ben size taarruzu emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum!”  sözleri ile savaşın seyrini değiştiren Gazi Mustafa Kemal Atatürk.  Savaşta sağ kolunu kaybedince sol kolum sağlam onunla da savaşırım diyen Bombacı Mehmet Çavuş. Deniz savaşlarındaki başarısı ile 18 Mart Kahramanı unvanını alan Cevat Paşa. Erkek kılığına girerek cepheye gidip savaşan Halime Çavuş, Kara muharebelerinin başladığı 25 Nisan günü İkiz Koyu’na İngilizlerin yaptığı çıkarmayı ilk fark eden ve 250 kişilik birliği ile 2500 kişilik düşmanı durduran ve o gün şehit düşen 7. Bölük komutanı Yüzbaşı Yusuf Kenan bu kahramanlardan sadece birkaçıdır

Tüm Anadolu en gencinden en yaşlısına seferber olduğu için o yıl liseler öğrencileri şehit olduğundan mezun verememiş, futbol takımları sahaya çıkamamıştır. Böyle bir destana imza attığımız için gurur duyuyorum fakat Çanakkale Savaşı ile ilgili anma günlerinde ya da bildiklerimi dahi okuduğum bir kitapta yitirdiklerimiz aklıma gelince ağlarım…. Ama şimdi yazımı eğlenceli bir Çanakkale Hikayesi ile bitirmek istiyorum.

SAKA HÜSEYİN

İkinci Anafartalar taarruzundan sonra, Türk birlikleri Anafarta Ovası’na ve tepelere yerleşmişti 35. Piyade Alayı 2.Bölük erlerinden Hayrabolulu Hüseyin alayın su ihtiyacını gidermekle görevli idi sabahın alaca karanlığında katırı ile yola çıkıp Bigalı köyüne gidip, kuyulardan tahta damacanalara su doldurup geriye dönüşünü akşamın karanlığına denk getirmeye çalışırdı.

 

Katır önde, bizim Saka Hüseyin arkada giderdi ama yola çıkmadan evvel katırının kulağına eğilir, her defasında söylediği sözleri tekrarlardı: “Haydi, Büyük Anafarta Köyünün üstünden 35. Piyade alayının bulunduğu siperlere…” Katırda gide-gele bu yollara alışmıştı.

 

Fakat yolda, Hüseyin’in çenesi durur mu? Savaş var imiş! Yığınla yaralı taşırlar imiş, umurunda mı? O bir türkü tutturmuş gidiyordu:

 

“Pınar baştan bulanır / İner dağı dolanır

Al başımdan sevdayı / Buna can mı dayanır. Rinna, rinna yarim, Rinna, rinna”

Saka Hüseyin damacanalarına suyu doldurarak “deh” deyip akşam karanlığında yola koyuldu. Siperlerde 2. Bölük su bekliyor, yaralılar daha da çok su bekliyordu. Birden bire, yanı başında iki karaltı belirdi. Gavurca haykırıyorlardı!

“Dur! kımıldama!”

 

Hayrabolulu Hüseyin ‘in yapacak hiçbir şeyi yoktu, gene de eşi görülmemiş büyük bir zeka kıvraklığı ile; düşman erlerine gevrek gevrek gülümsemeye başlayıp ve eliyle, koluyla katırının sırtında sallanan su damacanalarını gösterir, “Kumandan, kumandan?” diye geveler ve büyük bir saygı ile Anzak kumandanını selamlayarak “Emret gavur kumandan!” der. Derhâl bir tercüman bulunur. Saka Hüseyin anlatmaya devam eder.

 

“Bu su damacanalarını kendi kumandanım gönderdi. Sizin yaralılarınıza hediyemizdir. Düşmanımız susamıştır, susuz kalmasınlar dedi Mülazım Efendi!” ve arkasından ilave etti. Bu sudan verinde bir bardak ben içeyim!

 

Bu sözler üzerine Anzak Teğmeni kıpkırmızı kesilir… Gözleri dolar. İlk iş Hüseyin’i kucaklayıp iki yanağından öpmek, ikinci iş, Hüseyin’i tartaklayan devriyeleri bir güzel fırçalamak, üçüncü iş, Hüseyin’i siperin dibine oturtup soluklandırmak sonra da et suyu özünden sarma tütünden, cigara kâğıtlarından, gavur marka çikolata paketlerinden bol bol yağdırmaktır. Bizim ki aldığı hediyeleri katırın sırtına vurur, kurnaz bir tilki gibi, siperden sipere zıplayıp geçerek kapağı ikinci bölük hattına atınca, bu sefer gözleri fal taşı gibi açılma sırası Mehmetçiktedir.”Askerler hem duydukları karşısında hayrete düşmüş hem de Saka Hüseyin’in zekâsına hayran olup getirdiği hediyeleri yiyip içmişler…

 

H.Mehtap Akdeniz

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu