PsikolojiYazılar

“KORONA”FOBİ

Koronavirüs ile birlikte hayatımıza yeni bir kavram daha dâhil oldu; “Koronafobi.”

 

Koronavirüs ile birlikte hayatımıza yeni bir kavram daha dâhil oldu; “Koronafobi.”

Aralık ayından bu yana Koronavirüs hastalığının dünyaya nasıl yayıldığına hepimiz tanık olduk. Ülkemiz de ise geçen senin Mart ayından beri bizim için bir ekran görüntüsü olmaktan çıkıp gerçek haline geldi. Aslında her olayda olduğu gibi insanları korkutacak, panik olmalarını sağlayacak, ilgi çeken haberler her zaman daha hızlı yayılıyor. Bizler de tüm negatif haberleri “felaketleştirilmiş” görüntüleri çok hızlı öğreniyoruz ve buda bizlerde korku ve kaygı durumu yaratıyor. Üzerine bir de yasaklar eklenince, virüs sadece kendi ülkemizi değil tüm dünyayı değiştirir duruma geldi.

Sanırım her birimizi korkutan şey bunun filmlerde izlediğimiz gibi bir senaryo olmamasıdır. 21. yüzyılda bilişim ve uzay çağında görünmez bir güç hayatlarımızı alt üst etti ve etmeye devam ediyor. Psikolojik olarak her birimiz olumsuz olarak etkilendik ancak bunun fobi haline dönüşmesini sağlayan şey olayları felaketleştirmemizdir. Kendimizi öyle bir korkunun içerisine dâhil ediyoruz ki bir zaman sonra baş edemeyeceğimiz bir olay olarak algılamaya başlıyoruz. Kimi bireyler bu süreçten daha az etkilenmiş olsa da kimisi çok daha fazla etkilendi. Böylece bu salgın ile birlikte “koronafobi” kavramı hayatımıza dâhil olmaya başladı. Koronavirüsten çok olumsuz etkilenen insanlarda kaygı bozukluğu yani anksiyete ya da obsesif kompulsif bozukluk yani temizlik yapma hastalığı çok fazla görülmeye başlandı. Sadece kaygı bozukluğu ile kalmayıp, bunun aşırı derece yaşanmasıyla birlikte zihinde kaygıyı tetikleyen felaket senaryoları ve bunların sonucunda ortaya çıkan çarpıntı, sık nefes alma, terleme gibi bedensel belirtiler de eşlik etmeye başlıyor.

Sosyal medyada felaket haberlerinin çok hızlı bir şekilde yayılması ve sadece ölüm haberlerinin çok fazla dolaşmasıyla kaygı artıyor. İnsan zihninin algı biçimi böyledir, neyi en çok konuşursanız o kısım sürekli akılda kalıcı olur. Her gün koronavirüs haberleri ile içli dışlı olduğumuz sürece bundan korkmamız ya da panik duygusu yaşamamız doğaldır.

Peki bu duyguyla baş etmek için neler yapabiliriz?

Aslında önemli olan şey karşılaştığımız bir olay hakkında ne düşündüğümüz, onu nasıl yorumladığımızdır. Şuan Koronavirüsün bizlerde kaygı ve korku duygusunu yaşatmasının sebebi hastalıkla baş edemeyeceğimizi ve öleceğimizi düşünmemizdir. “Korona, ölümdür” olarak yorumladığımız sürece yoğun bir korku yaşarız ve bunun sonucunda stres hormonlarının salgılanması ile çarpıntı, terleme, titreme, tansiyon yükselmesi gibi bedensel belirtiler ortaya çıkar. Savaş ya da kaç teorisini uygulamaya çalışıyoruz ancak salgın konusunda, tabi ki yüzde yüz ölmeyeceğimizin garantisini veremeyiz ancak şunu biliyorum ki salgından ölmesek bile bir gün öleceğiz…

Salgın sürecinde en önemli nokta doğru bilgi edinmeyi sağlamaktır. Çok fazla bilgi kirliliği var ve bu da bizim çok fazla yanlış bilgiyi doğruymuş gibi algılamamıza neden oluyor. Medya özellikle izleme oranlarını arttırmak için felaket haberlerini ya da örneklerini daha fazla kullanıyor. Kendimizi koruduğumuzu zannederken konrunmamamıza hem de kafa karışıklığı için yoğun korku ve çaresizlik hissine yol açıyor.

Hep olumsuz tarafından bakmak yerine birde olumlu tarafına bakalım. Bugün elimizdeki verilere göre; virüs bulaşmış 100 kişinin 80’i hiçbir şikâyeti olmadan bu hastalığı geçiriyor. 15’i basit grip belirtileri ile 5’i ise zatürre olup ağırlaşırsa yoğun bakıma ihtiyaç duyuyor. 500 hastadan 1’i ölüyor. Ölecekseniz de yaşlı olacaksınız, ciddi kronik bir hastalığınız olacak, bağışıklık sisteminiz iyi çalışmayacak vs. Ölmeniz de garanti değil, bu arada iyi bir tedavi ile iyileşme olasılığınız da oldukça yüksek.

Ayrıca bildiğimiz birçok başka işimize yarayacak bilgi mevcut. Sağlıklı beslenme, spor yapma, düzenli uyku, hastalığı daha kolay yenmek için çok önemli silahlar. Bu söylediklerim size saçma gelebilir. “Durum böyle ise neden felaket senaryoları sosyal medyada uçuştu?” diyebilirsiniz. Burada asıl mesele virüsün yayılma hızını yavaşlatmaktı. Evet çok bulaşıcı bir virüs. Şöyle basit bir örnek verebiliriz: 50 kişilik yemeği 500 kişi yemeğe kalkarsa ne olur? Yani sağlık sisteminin kaldıramayacağı sayıda kişi aynı anda hastalanırsa ne olur? Diğer bazı ülkelerde gördüğümüz tabloda işte bu oldu. Yani mevcut hasta sayısı sağlık sisteminin çökmesine yol açtı. Bu bizim de başımıza gelebilir mi? Alınan önlemlere uyarsak tabii ki gelmez.

Bu bilgiler ışığında Koronavirüs sanırım artık felaket gibi görünmüyordur. Yine de anksiyetenizi kontrol altında almakta zorlanıyorsanız bir koltuğa oturun ve en son ne zaman kendinize ve ailenize bu kadar zaman ayırabildiğinizi düşünün. “Evet, hastalanabilirim ama çaresiz değilim. Kendime ve yakınlarıma iyi bakarak, doktora başvurarak, gerekli tedaviyi yaparak tabii ki hayatta kalabilirim.” Öleceğim düşüncesi ile korkuya teslim olmak mı? Yoksa zamanı fırsata çevirmek mi? Mutlaka kendimize bu soruyu soralım. Bu salgının ortaya çıkardığı evde izole hayatı olumlu şekilde nasıl geçirir ve nasıl kazançlı çıkabiliriz?

Hâlâ işin içinden çıkamıyorsanız lütfen Sağlık Bakanlığı’nın kurduğu online psikiyatri hizmetinden faydalanın.

Hayırlı, huzurlu, mutlu, bereketli ve sağlıklı günler dilerim…

Ayşenur Çin

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu