EdebiyatKültür - MedeniyetYazılar

Son Abdal

 

Son Samuray, Son Mohikan, Son Yeniçeri… Bunların hepsi sanal dünyanın önümüze sürdüğü sanal gerçekler. Bizim kendi özümüzden çıkan, Anadolu’nun has toprağı, Bozkırın Tezenesi, Son Abdal Neşet Ertaş’ı ne kadar biliyoruz ne kadar tanıyoruz.

“Gönül dağı yağmur yağmur boran olunca

Akar can özümde sel gizli gizli…”

Uzun ve köklü bir geçmişe sahip olan geleneksel Abdal müziği, Türk müzik kültürü ve Abdallık geleneği içerisinde varlığını geçmişten günümüze ulaştıran sahalardan biridir. Yalnızca müzik icrası bakımından değil, sosyokültürel anlamda yerine getirdikleri işlevler bakımından da önem taşıyan Abdallar, kökleri çok eski dönemlere kadar uzanan bir geleneği temsil etmektedir. Geleneğin zayıflayarak yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kaldığı 20. ve 21. yüzyıllardaki önemli temsilcilerinden birisi de Neşet Ertaş’tır.

İster bir tasavvuf zümresi olarak görülsün, ister bir geleneğin temsilcileri olarak değerlendirilsin abdalların Türk kültürüne yaptığı katkılar yadsınamaz niteliktedir. Abdallar, dili kullanmadaki maharetleri, icra ettikleri eserlerindeki doğu bilgeliğine has derinlik ve müzikal kabiliyetleri ile dünden bugüne kültürün ve geleneğin önemli taşıyıcılarıdır. Abdal kültürü içerisinde, özellikle son dönemde hem kendini tanıtma imkânı bulan hem de abdallık kültürünü daha geniş kitlelerin tanımasına katkı sağlayan isimlerin başında şüphesiz Neşet Ertaş gelmektedir. Ertaş, 1938 yılında Kırşehir’in Çiçekdağı İlçesine bağlı Kırtıllar köyünde dünyaya gelmiştir. Hem ustası hem de babası olan Muharrem Ertaş’tan aldığı eğitimi ve terbiyeyi özümseyerek doğuştan getirdiği yeteneği ile harmanlamıştır. Kendisine has üslubu ile hem saza hem de sese olan hâkimiyeti sayesinde kısa zamanda tanınarak haklı bir şöhreti yakalamıştır. Üstat Neşet Ertaş neredeyse bir “ümmî”dir. Gerek alanıyla ilgili gerekse genel bir tahsil görmemiştir. Ancak kaleme aldığı eserler bunu fazlasıyla yalanlar niteliktedir. İçinde yaşadığı toplumun acıları, sevinçleri, hasretleri Ertaş’ın türkülerine eriyip onun sazında kalıba dökülmüştür. Hem sanatındaki kalite hem de yaşantısındaki sadelik ve mütevazılıkla gönüllere taht kuran Ertaş, 25 Eylül 2012’de hayata veda etmiştir.

Anadolu halk müziğinin yaşayan efsanesi, Abdal müziğinin son temsilcisi… Kendisini doğuran topraklar olan Kırşehir’e hasretiyle “Gör ki neler geldi bu garip başa.” diye başlar türkülerine gurbet ellerde. Garip, gurbet acısını hissettikçe basar sazının teline. Onun yokluk, yoksulluk ve acılarla dolu hayatını Garip mahlasıyla yazdığı koşma tarzında usta işi şiirlerle anlattığı ozan yönünü yıllarca kimse fark etmedi bile. Babasından öğrendiği geleneksel ve anonim türkülerin, bozlakların dışında, sözleri kendisine ait türküler, bozlaklar söylediğini de fark eden olmadı yıllarca. Sözü ve müziği ile anonim türkülerdeki erişilmez sadeliği ve estetik seviyeyi yakalayan sayısız türkünün, bozlağın altına attığı mütevazı imzasını kimselere söylemedi bile. Öyle alçak ve yüce bir gönüle sahiptir ki Bozkırın Tezenesi, Süleyman Demirel döneminde kendisine sunulan devlet sanatçılığı unvanını “Hepimiz bu devletin sanatçısıyız, ayrıca bir devlet sanatçısı sıfatı bana ayrımcılık gibi geliyor.” diyerek kabul etmez. Ben halkın sanatçısı olarak kalırsam benim için en büyük mutluluktur der. Halkın kendisine verdiği büyük destekle Neşet Ertaş yaşayan bir efsane olur.

Son Abdal Neşet Ertaş, türkülerinden eksik etmediği Garip mahlasını şöyle açıklar. “Soyadı yokken bize Garipler derlermiş. Gerçekten de biz garip, yani ezilmiş, hor görülmüş, Abdal diye nitelendirilmiş, aşağılanmışızdır. O gariplik bende kaldığı için garibim diyorum.” der. Bozlağı, feryat, ağıt olarak tanımlar.

O gerek izlenebilen hayatı gerekse verdiği eserlerinde hiçbir şekilde insanlık âlemi olarak içimizden birini hedefleyerek barış ve diyalog kültürüne zarar verecek, birilerini ötekileştirecek bir iş ve eylemin içinde olmamıştır. Ben onun türkülerinde barışa ve diyaloğa zarar veren bir ima veya mesaj görmedim. Dolayısıyla o, UNESCO’nun kuruluş ideali olan barış kültürünü, insanlığın diyalog içerisinde birbirlerini sevmesi kültürünü sanatı ile aşılamaya çalışan bir gönüllü ‘UNESCO Elçisi’ idi. Neşet Ertaş, UNESCO’nun barış ve diyalog değerlerini ve Anadolu’nun ulu ozanlarının hoşgörüye yönelik evrensel mesajlarını kendi sadeliği ve mütevazılığı ile “’türkü sanatı’’ içinde yorumladı, özleştirdi ve gelecek kuşaklara aktardı.

Yunus gibi, Hacı Bektaş gibi gönül idi onun da bütün derdi. Gönüller yapmaya gelmişti dünyaya.

Şu garip halimden bilen işveli nazlım,
Gönlüm hep seni arıyor, neredesin sen…
Tatlı dillim güler yüzlüm ey ceylan gözlüm,
Gönlüm hep seni arıyor, neredesin sen…”

Mehmet Akif Sadan

 

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu