İlahiyatYazılar

EHLİYET , LİYAKAT , SADAKAT

 

Ehliyet, sadakat ve liyakat…

İslam dini adalet dinidir. Ve İslam’ın en önemli emirlerinden biri de işi ehline vermek, liyakate önem vermektir.

Nitekim Hz. Peygamber efendimiz bir görevi birine tevdi edeceği zaman onun ünsiyetine değil o işi yapıp yapamadığına bakar ona göre karar verirdi.

Osman b. Talha, Kâbe kayyımı (Kâbe’nin temizliğini yapmak, eşyalarını korumak, kandillerini yakmak gibi görevleri ifa eden kişi) idi. İslâm’ın ilk yıllarında bir gün Hz. Peygamberimiz Kâbe’ye girmek ister. Osman b. Talha buna izin vermez, hatta Peygamberimize karşı nâhoş sözler sarf eder… Gün gelir Müslümanlar tarafından Kâbe fethedilir. Peygamberimiz Kâbe’nin anahtarını Osman b. Talha’dan alır. Kâbe’yi putlardan temizler. Hz. Ali efendimiz Kâbe’nin kayyımlığına taliptir. Fakat Resûlullâh, Kâbe’nin kayyımlığına en ehil kişinin Osman b. Talha olduğunu bildiği için onu çağırır, Kâbe’nin anahtarını yine (bir zamanlar kalbini kıran) Osman b. Talha’ya teslim eder. Yani Hz. Ali’nin talip olmasına rağmen işi ehline (Osman b. Talha) verir.

Güçlü devletler ve İslam’ın izzetli zamanları da hep bu adalet ve liyakat çınarında gölgelenmiştir. Bir devletin ayakta ve güçlü olmasının en önemli faktörü adaletli ve liyakatli yöneticilerdir.

Ancak ne yazık ki son zamanlarda ülkemizde adalet ve liyakat ayaklar altına alınmış durumda. Bir yere bir yönetici atanacağı zaman liyakatine değil sadakat ve ünsiyetine bakılır hale geldi. Akraba ve nüfus ilişkileri ekseninde şekillenen her organizasyon gün be gün çökmeye mahkumdur.

Nitekim Allah’ın da ayetidir bu.

Nisa 58’de: “Allah size, mutlaka emanetleri ehli olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder.” buyurmaktadır.

Son zamanlarda bu mesele ne zaman aklıma gelse şu hikayeyi anımsarım. 1593-1634 yıllarında Sultanahmet’te doğup yaşayan Bekri Mustafa’nın adını, herhalde duymuş olmalısınız. Onun, kendini genç yaşında içkiye verdiğini, gece gündüz içtiği için Bekri namıyla ün yaptığını ve 41 yaşında öldüğünü belki bilmezsiniz ama, Bekri Mustafa’nın imam olma hikâyesini herhalde bilirsiniz.

Efendim, hikâye şöyle:

Bekri Mustafa, yoksul bir mahallede Küçük Ayasofya Camii’nin önünden geçmektedir. O sırada musallada bir tabut vardır, fakat namazı kıldıracak imam ortalarda yoktur. Cemaatin, beklemekten canı sıkılır ve başında kavuğu, sırtında cübbesiyle oradan geçen Bekri Mustafa’yı hoca zannederek namazı kıldırmasını söylerler.

“Yok, ben hoca değilim.” dese de, dinlemezler ve zorla öne geçirirler.

Bekri Mustafa namazı kıldırdıktan sonra tabutun örtüsünü açar ve ölünün kulağına bir şeyler fısıldar. Cemaat, ölüye ne söylediğini merak eder.

Bekri Mustafa gülerek cevaplar:

“Sen şimdi aramızdan ayrılıp ahirete gidiyorsun. Eğer orada, bu dünyanın ahvalini sana sorarlarsa, Bekri Mustafa Ayasofya’ya imam oldu dersin. Onlar durumu anlar.” demiştir.

Kıymetli okurum…

Hakkı olmadığı halde birine makam vermek bu millete edilebilecek en büyük zulümdür. Devlette esas olan sadakat değil liyakattir.

Bir makamın hakkı kiminse ona teslim edilmelidir. Eğitim işini eğitimci, hukuk işini de hukukçu yapmalıdır.

Zira güçlü bir devlet ve adaletli bir yönetimin anahtarı budur.

Şimdilerde Bekri Mustafa Ayasofya’ya imam olmuş…

Vay ki halimize!

Yakup Kaya

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu