TarihYazılar

ABDÜLAZİZ’İN AVRUPALIYA MUHTEŞEM DERSİ : “TÜRK KAFASI”

 

 

Sultan Abdülaziz 32. Osmanlı Padişahı’dır. II. Mahmut’un oğlu ve Abdülmecit’in kardeşi olup annesi Pertevniyal Valide Sultandır. Kardeşi Abdülmecit’in saltanatı süresince oldukça rahat bir hayat yaşamış ayrıca iyi bir eğitim görmüştü.

 

 

Abdülaziz 25 Haziran 1861’de tahta çıktığında Osmanlının durumu son derece karışıktı. Mali buhran son haddine varmış, Karadağ isyanı savaşa dönüşecek hal almıştı. Kendinden önceki S ultanlar gibi Abdülaziz de devleti bu zor durumdan kurtaracak çözümler aramış, kendinden öncekilerin yaptıkları hataları yapmamak için dikkatli davranmıştır.

 

 

Abdülaziz’i diğer Osmanlı padişahlarından ayıran en önemli özelliklerinden biri ise yurt dışına yaptığı seyahattir.21 Haziran- 7 Ağustos 1867 tarihleri arasında 47 gün süren seyahat Osmanlı tarihinde bir ilktir. Ziyaretin vesilesi Milletlerarası Paris Sanayi Sergisi’nin açılışıdır. Sultan Abdülaziz, Fransa İmparatoru III. Napolyon’un davetine icabet eder ve Fransa’ya ardından İngiltere, Brüksel, Viyana ve Budapeşte’ye gider.

 

 

Abdülaziz 21 Haziran 1867’da İstanbul’dan savaş gemilerinin eşliğinde Sultaniye gemisi ile yola çıkar. İki yeğeni de ona refakat eder. Veliaht Şehzade V. Murat ve Şehzade II. Abdülhamit. Sultan’ın gemisi Toulouse’de demir atar. Paris’e tren ile gidilir. Sultan şehre girince büyük bir kutlama ile karşılanır. Tüm Paris halkı hayatları boyunca bir daha ellerine geçmeyecek bu fırsatı kaçırmamak adına Osmanlı Sultanı’nı görmek için yollara çıkar. 3 Temmuz 1876 tarihli Le Figaro gazetesinin yazdığına göre “Paris halkı iki ayrı sınıfa bölünmüştü: Sultan’ı görenler ve göremeyenler.”

 

 

Sultan,  Elysee Saray’ında kalır, operaya gider, çeşitli etkinliklere katılır, sergiyi ziyaret eder. Gittiği her yerde ilgi odağıdır. Öyle ki 11 gün kaldığı Paris’ten ayrılırken Parisliler hüzne kapılır. Yine Le Figaro gazetesi Osmanlı Sultanı’nın Paris’te bıraktığı intibayı şu sözle özetler:”Osmanlı Sultanı Fransızların kalbinide beraberinde götürüyor.”

 

Sultan Abdülaziz’in Avrupa seyahatinde ona İstanbul Şehremini (Belediye Başkanı) Ömer Faiz Efendi de refakat eder. Güngörmüş Osmanlı Beyefendisi olan Ömer Faiz Efendi bir günlük tutar ve 47 günlük gezinin önemli hadiselerini kayda geçirir.

Kadın ve erkeklerin hep birlikte gezdiği, yolların sabaha kadar aydınlık olduğu, kıyafetlerin çok farklı olduğu notları arasındadır ve Fransızlar Osmanlı kıyafetlerine meraklı gözlerle bakmaktadır. Kalabalık “Yaşasın Türkiye, yaşasın Fransa, yaşasın Sultan, yaşasın İmparator!!!” diye haykırarak Osmanlı Sultan’ını ve maiyetini karşılar.

 

Tutulan notların en dikkat çekicisi ve bizim için en önemlisi Paris Sanayi Sergisi’nde yaşanır;

 

Osmanlıdan giden heyet Avrupa’da Sanayi Devriminin ortaya çıkardığı sonuçların farkındadır. Osmanlı epey geriden gelmektedir. Sergide teşhir edilen ürünler, Avrupa milletlerinin geldiği son noktayı göstermektedir. Ömer Faiz Efendi, bütün dünyanın görmeye geldiği ve hayranlıkla izlediği bu serginin Paris’te değil de İstanbul’da yapılmasını ne kadar arzu ettiğini samimi bir dil ile ifade eder. Osmanlıda benzer hamleyi yapacak insan gücüne ve dirayete sahiptir. Yapılması gereken bu unsurları etkili bir şekilde bir araya getirmektir.

 

Veee şimdi muhteşem bir ders niteliğinde olan anımıza geliyoruz hazır mısınız?

 

Sultan Abdülaziz sergiyi gezerken o günlerde yeni üretilmiş ve takdir toplamış bir ürün olan ayaklı dikiş makineleri bölümünü ziyaret eder. Bunun biraz ilerisinde, eğlence amacıyla yapılmış, kol ve adele kuvvetini ölçen bir alet yani “dinomometre” vardır. Gücüne güvenen aletin önüne gelip kırmızı çuha ile örtülü yuvarlağa vurur, vuruşun şiddeti de rakamsal olarak gösterilir… Lakin Osmanlı Padişahı bu aletin önüne geldiğinde adının “TÜRK KAFASI” olduğunu görür…Abdülaziz bu ismi görünce içerler fakat hiç bozuntuya da vermeden, Başyaveri Halil Paşa’ya döner ve “Haydi Halil, göreyim seni şunlara Türk kolunun kuvvetini göster” der.

 

Kendisi bir pehlivan kadar güçlü ve heybetli olan Halil Paşa üzerindeki ayniyyesini (pelerin) çıkartır, dinomemetrenin önüne gelir, Yaradan’a sığınır Ya ALLAHHH der ve bir yumruk atar. Fransızların kol gücene göre yaptıkları alet, Halil Paşa’nın azametli yumruğu karşısında darmadağan olur. Etrafta ki insanlar bu hadiseyi şaşkınlıkla ve hayranlıkla izler. Fransız Başyaver, Halil Paşa’nın yanına gelir ve “ Bu Türk kafası değil, Türk’ün kafasına vurulmaz, bu ancak Avrupa kafası olmalı ki bir vuruşta dağıldı” der.

 

 

Bu olay bir kez daha göstermiştir ki bütün Avrupa’da bir Türk’ün kafasına vurarak onu dağıtacak güç yok iken bir Türk’te tüm Avrupa’yı sarsacak yumruk mevcuttur. Tarih boyunca Türklere istedikleri darbeyi indiremeyen Avrupalı bir oyuncağa Türk Kafası adını verip yüzyılların ezikliğini bu şekilde bastırmak isterken hevesleri bir Türk tarafından yine kursaklarında bırakılmıştır…

 

Bizlere düşen en büyük görev tarihimizi iyi bilmek ve ecdadımıza yakışır şekilde kendimizi tüm dünya ya ifade etmektir. Başka hiçbir milletin bu kadar dolu ve övgüye değer geçmişi olmadığını unutmayın…

 

 

Sevgiyle…

H.Mehtap Akdeniz

 

 

 

 

 

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu