Bilim-TeknolojiTarih

Türk Savunma Sanayisinin Temel Taşlarından Biri: Killigil Silah Fabrikası

Türk Savunma Sanayi tabiri günümüzde artık sıklıkla duyduğumuz bir kalıp haline geldi. Hemen her gün gerek televizyonlarda gerek internet ve sosyal medyada savunma sanayisi ile ilgili yeni bir haber veya gelişme görmek mümkün. Yerli üretim silahlar, insanlı veya insansız hava, kara ve deniz araçları, saldırı ve savunma sistemleri hatta geleceğe yönelik plan, proje ve prototipler artık haber akışının sıradan birer öğesi haline geldi. Gerek özel sektör gerekse devlet kurumlarının gerçekleştirdiği bu atılımlar başta askeri ve ekonomik olmak üzere ülkemiz için ciddi avantajlar sağlamakla beraber bu projelerin bunca yıldır neden hayata geçmediği sorusu da zaman zaman gündeme geliyor. Kamuoyunda özellikle askeri alandaki yatırım ve projeler Cumhuriyet hatta neredeyse Türk tarihinde ilk kez gerçekleşiyormuşçasına bir kanaat oluşmuşsa da aslına ‘’yerli ve milli’’ üretim geçmişi Cumhuriyetimizin ilk yıllarına kadar dayanıyor.

Milli Mücadele’nin başarıyla sonuçlanması ve ardından Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla beraber her alanda başlayan millileşme hareketi ekonomide de kendini göstermiş ve ülkemizin dört bir yanında fabrikalar kurulmaya başlanmıştı. Meşhur Kayseri Uçak Fabrikası ve Eskişehir’de üretilen Devrim marka otomobillerin yanı sıra biraz arada kalan ve çok hatırlanmayan bir girişim daha genç cumhuriyetin ilk yıllarında faaliyete geçmiş ancak kısa sürede trajik bir şekilde noktalanmıştı. Trablusgarp’ta savaşan gönüllü subaylardan olan, birinci dünya savaşında birçok cephede faal görev almış ve  Kafkas İslam Ordusu Komutanı olarak Bakü’yü işgalden kurtarıp ardından Milli Mücadele yıllarında da özellikle Doğu cephesinde görevlerde bulunmuş emekli yarbay Nuri Killigil tarafından başlangıçta metal eşya fabrikası olarak kurulan ancak daha sonra silah ve cephane üretimine başlayan ve başta Orta Doğu Arap ülkeleri olmak üzere çeşitli ülkelere ihracatta bulunan Killigil Silah Fabrikası…

Belki de Türk tarihinin en tartışmalı ve sansasyonel ailelerinden birinin üyesi olan Nuri Killigil, Enver Paşa’nın kardeşi ve Halil (Kut) Paşa’nın da yeğeni olarak 1889 yılında İstanbul’da dünyaya geldi. 1908 yılında askerlik kariyerine başlayan Killigil, Trablusgarp harekatına katılan gönüllü subaylar arasında yer aldı. 1. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla ağabeyi Harbiye Nazırı Enver Paşa’nın yaverliğine getirilen Killigil, tekrar Trablusgarp’a giderek İngiliz ve İtalyanlara karşı bölgede ayaklanma ve direniş hareketlerini yönetti. Bolşevik devrimi sonrasında Doğu Orduları Grubuna bağlı kurulan Kafkas İslam Ordusu ile Bakü, Dağıstan ve Karabağ’ı işgalden kurtardıktan sonra Mondros Ateşkes Antlaşması’nın imzalanması sebebiyle İstanbul’a çağırıldı. İngilizler tarafından tutuklanarak Batum’da hapsedildi. Kaçmayı başararak tekrar Anadolu’ya geçti ve Kazım Karabekir’in yanında silah bakım ve tamirleri için atölyeler kurdu. 1922 yılında rahatsızlığı nedeniyle tedavi için Berlin’e gitti, 1923’te tekrar yurda döndü ve 1925’te Yarbay rütbesiyle askerlikten emekli oldu. Kendisine 1929 yılında İstiklal Madalyası verildi.

İstanbul Zeytinburnu’nda metal eşya fabrikası kuran Nuri Killigil, aynı zamanda bu fabrikada, tabanca matara, demir çubuk, gaz maskesi ve mermi üretimine başladı. Daha sonra fabrikasını büyütmek isteyen Nuri Paşa, 1946’da Sütlüce’ye taşındı ve buradaki fabrikasında mevcut üretimlerine ek olarak havan, uçak bombası gibi mühimmat üretimlerine başlasa da özellikle Türkiye’ye silah satan bazı uluslararası firmaların baskıları sebebiyle silah üretimini bıraktığını açıkladı. Ancak fabrikasını tam kapasite çalıştırmaya devam eden Nuri Paşa, Türk Ordusunun yanı sıra Mısır, Suriye ve Pakistan gibi ülkelerden de önemli miktarlarda siparişler almaya başlamıştı. Bu yıllarda özellikle Orta Doğu’da İsrail devletinin kurulma aşamasında olması sebebiyle bölge olukça gergindi ve doğal olarak bölgedeki resmi veya gayri resmi bütün silah alışverişi de herkesin dikkatini çekmekteydi. Halihazırda büyük bir kapasitesi olan ve bölgeyi oldukça iyi tanıyan Nuri Paşa’nın bölgeden uzak tutulmak istenmesinin sebebi de buydu.

2 Mart 1949’da akşam saatlerine doğru fabrikanın kapsülhane bölümüne yangın çıkmasıyla beraber fabrikada bulunan Nuri Paşa ve işçiler fabrikayı tahliye etmeye başlar ancak paşa tehlikeyi sezerek havan mermilerinin bulunduğu ambara yönelir. Amacı hem işçilerin ambarı boşaltmasını sağlamak hem de yangının ambara ulaşmasını engellemektir. İtfaiyenin gelip yangına müdahale etmeye başladığı anlarda fabrika arka arkaya üç büyük patlama sesiyle yerle bir olur. Yedi işçi ve altı itfaiye memurunun cenazelerine ulaşılsa da patlama anında içeride bulunan Nuri Paşa ve 14 kişiyi bir daha kimse göremez. Cenazeleri boş veya bazı vücut parçalarının olduğu tabutlarla kaldırılır ve fabrika işçilerinin kendi aralarında topladıkları paralarla yapılan Edirnekapı’daki Nuri Paşa Fabrikası Şehitliğine defnedilir.

Teknoloji kültürü ve teknolojik ilerlemeler bir bilgi birikimi ve onun aktarılmasıyla mümkün olur. 1958 yılında kurulan Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi yani bilinen adıyla NASA kuruluşundan 11 yıl sonra Ay’a ilk kez insan yollamış ve 63 yıl sonra komşu gezegen Mars’a ulaşmıştır. Bu önemli başarılarını geçmişten getirdiği bilgi birikimini geliştirip başarıyla bugünlere aktarmasına ve geliştirmeye devam etmesine borçlu olan kurum bir sonraki aşamada Mars veya başka bir gezegene yerleşmeyi hedefleyebilmektedir. Tarihte varsayımlar ve farazi düşüncelere yer olmasa da Cumhuriyetin ilk yıllarında kurulan uçak, otomobil, silah, tekstil vb. fabrikalarımız varlıklarını devam ettirip sayılarını arttırabilselerdi bugün dünya teknoloji sahnesinde Türkiye Cumhuriyeti olarak hangi konumda olurduk diye düşünmekten kendimizi alamıyoruz…

 

Alperen KÖSE

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu