PsikolojiYazılar

Nasıl Yas Tutarız?

 

 

Birini kaybettiğimizde hangi duyguları yaşarız?

Kayıp duygusu sadece ölümden sonra mı yaşanır?

Kayıp dediğimiz zaman aklımıza ilk gelen şey birini kaybetmektir. Yas dediğimiz zaman ise, aklımıza ilk gelen ölüm kavramıdır. Hemen hemen her insan yaşamında büyük veya küçük kayıplar yaşamaktadır ve farkında olmadan defalarca yas tutmaktadır. Kayıp duygusu sadece ölen kişinin ardından yaşanmaz; çok sevdiği bir şeyi kaybettiğinde, işinden ayrıldığında, evinden ayrıldığında, arkadaşından ayrıldığında hatta ergenlikte yaşanan çocukluktan ayrılma sürecinde bile hayatımızdaki farkında olarak veya olmayarak yaşadığımız kayıplar karşısında bir dönem yas tutarız. Yas tutmakla dışardaki gerçekliğin yitimi karşısında, iç dünyamızda bir kabulleniş sürecine geçeriz.

Ölen bir kişinin ardından yas tutma evresinde önce bir şok yaşarız ve gerçekleşmediği yönünde inkar ederiz. Örneğin bir yakınımızı trafik kazasında kaybettiğimizde ilk tepkimiz onun o arabada olmadığı ihtimali üzerine olur. Daha sonra bir taraftan öldüğünü bilir bir taraftan da kabul edemeyen ikilem duygusunda kalırız. Bir süre sonra suçluluk duygusu yaşarız, son görevini yerine getiremediğimizi veya engel olamadığımızı düşünürüz. Hatta bazen bu kayıp karşısında öfke duygumuz artar ve burada inancımız devreye girer. Yas sürecinin olumlu ve tutarlı bir şekilde yaşanmasını etkileyen en önemli faktör dindir. Dini inancı gereği kişinin ölüm öncesi ve ölüm sonrası verdiği tepkiler daha az anksiyete ve daha iyi uyum sürecini sağlar. Yani inançlı olan kimselerde ölüm veya kayıp karşısında öfke duyma veya suçlama gibi tepkiler daha az yaşanır. Türk toplumunda ‘’Ölüm Allah’ın emri’’ olarak bilinir ve ölüm yaşamın diğer olayları gibi doğallıkla kabul edilir. Ölüm sonrası yapılan ritüeller; cenaze törenleri, taziye ziyaretleri, sosyal ve dayanışma ortamı, ölen kişinin ruhuna okunan dualar, mezar ziyaretleri, mezarın çiçeklerine varıncaya kadar önem vermek, aynı zamanda kayıp yakınlarının durumu kabullenmesi için psikolojik birer tedavi sürecine girer. Bilakis mezar ziyaretlerinde kayıp yakının aklında o kişiyle ilgili anıları, bastırmış olduğu duygularını anımsatır ve iyileşme sürecine etkili olur.

Yas döneminin önemsenmediği günümüz modern toplumunda ölümü hatırlatacak her şeyden uzak durmaya çalışırız. Aslında ölümün bilinmezciliği, hayatın sonlanması, insanlık tarihi boyunca her kültürde kaygı ve korkuya sebep olmuştur. Modern toplumun insana verdiği tüketim çılgınlığı ölümü bir ecel olgusundan sıyırıp; kendine iyi bakmak, doğal yaşam, sağlıklı yaşam, hastalıktan uzak durma, yaşlanmaya karşı bedeniyle uğraşı, virüs, aşı gibi bilimsel veriler aramaya sevk etmiştir.

Freud’un psikanalitik kuramına göre; temelde hiç kimsenin kendi ölümüne inanmadığı ya da bilinçdışında herkesin kendi ölümsüzlüğüne inandığını savunmaktadır. Ölümün evrensel bir olgu olduğu kadar ölümsüzlük istediği de evrensel psikolojik bir gerçekliktir. Bunun dışında her kültürde insanın kendi soyunu devam ettirme isteği biyolojik bir ölümsüzlük isteğidir. Kişinin öldükten sonra faydalı bir eser veya yapıt bırakma isteğini de sosyal ölümsüzlük hissi olarak tanımlanır.

Modern yaşam biçimi ölüm algısının çaresizliğini ve kabullenemeyişini o gerçeklikten kaçarak yansıtmıştır. Örneğin: mezarlıkları şehrin bir köşelerinde bırakarak, belirli günler dışında mezarlık ziyaretlerinden kaçınılır. ‘’Ölenle ölünmez.’’ diyerek ölümün çaresizliğini bilinçaltına atılır. Her kayıp beraberinde bir keder getirir ve geçmişteki yası tutulmayan kayıplarla yeniden canlandırır. Yas tutmanın önemini tıpkı bir yaranın iyileşmesi olarak somutlaştırabiliriz. Tedavi edilmediği sürece bu yaralar vücutta üstü kapanmayacak derin izler bırakır. Tedavisi ne kadar iyiyse ne kadar içselleştirildiyse o yara, o kadar çabuk iyileşme sürecine girer. Yas sürecinden fiziksel olarak kaçınmaya çalışsak ta bilişsel olarak kaçınmak mümkün değildir ve yas sürecindeki tepkiler ve reaksiyonlar aslında bilinçdışıdır ve kişi farkında olmadan yaşanır. Kişinin kaçtığı ve ertelediği bu duygular zamanla bedensel ve ruhsal hastalıklara dönüşür. Acı duygularını erteleyen, yüzleşemeyen kayıp yakını daha sonra tanımlayamadığı duygularından ötürü, hastalıklardan kurtulamayan bir insan haline gelir. Hatta yas sürecini yaşayamayan insanlarda ölen kişiye benzeyen aynı hastalıkların yaşandığı görülür. Örneğin; mide rahatsızlığından ölen birinin yakınında da aynı semptomlar görülebilir.

Bu yaralar ertelemekle, beklemekle iyileşmez.

Derin izler bırakır.

 

Ayşe YAZICI

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu