TarihYazılar

Köprülü Fazıl Ahmet Paşa – III

Merhaba sevgili dostlar…

Daha önceki yazılarımızda tarihimizin şeref levhalarından genç bir sadrazam Köprülü Fazıl Ahmet Paşa’yı tanımaya başlamıştık. Dilerseniz hep birlikte kaldığımız yerden devam edelim mi?

E hadi o zaman buyurunuz.

Uyvar’ın destansı bir şekilde fethedilmesi Avrupa’da inanılmaz bir tedirginlik ve telaş yarattı. “Uyvar önündeki güçlü Türk” durdurabilir miydi? Yoksa bu, Avrupa için sonun başlangıcı mıydı?

Köprülü Fazıl Ahmet Paşa Uyvar’dan sonra hiç vakit kaybetmeden düşmanın kalbine bir hamle yaparak tabiri caizse Uyvar’da gösterdiği Şah ile Viyana’da düşmanı Mat etmeyi planladı. Açıkçası Viyana’ya başlayan kutlu yürüyüş Türkler için ne kadar romantik ve şiirsel ise Avrupa için de bir o kadar korku ve umutsuzluk doğuran bir hamleydi.

Bu sırada Avusturya devletini sıkıntıya düşüren başka bir olay yaşandı. Köprülü Fazıl Ahmet Paşa’nın Avusturya üzerine sefere çıkmasına sebep olan vakıa Avusturya’nın Osmanlı hakimiyetindeki Erdel Prensliği’ne göz dikmesi ve böylece Macaristan’ın doğu topraklarını ele geçirmek istemesiydi. Dolayısıyla Avusturyalılar savaşın ağırlık merkezini Erdel bölgesi olacağını düşünmüşlerdi. Ama Köprülü öyle yapmadı. Erdel prensliği tahtına Osmanlı tarafından aday gösterilen Apafi ve ona destek amaçlı Erdel’e gönderilen birlikler Avusturya yanlılarının hakkından gelmişlerdi. Avusturya hiç beklemediği bir şekilde Erdel’de erken havlu attı. Köprülü’nün bunun üstüne Uyvar’ı fethetmesi Avusturya’nın tüm planlarını alt üst etti. Şimdi Avusturya hiç hesapta olmayan ve giderek Viyana’ya yani kalbine doğru başlamış olan büyük bir saldırı ile karşı karşıyaydı. Eğer bu saldırı önlenemezse büyük bir selin önündeki tüm bentleri ve barajları yıkıp her yeri işgal etmesi gibi Türkler Avrupa’yı baştan aşağıya işgal edeceklerdi.

Kaldı ki Köprülü Uyvar’dan sonra bunun sinyallerini vermişti. Türk kuvvetleri iki koldan Avusturya’ya saldırıyı başlatmıştı. İki kol arasında yaklaşık 100 km fark vardı. Güney kolu Slovenya-Avusturya sınırlarını zorluyor Alp Dağları eteklerine kadar özellikle akıncı kuvvetleri tüm bölgeyi karıştırıyordu. Kuzey kolu ise Slovakya-Macaristan hattını tutuyordu. Genç sadrazam da tüm hazırlığını bu 100 km’lik hattın tam ortasında bulunan Yanıkkale’ye (Raab) saldırmak üzerine yapıyordu. Eğer Yanıkkale düşerse Viyana kalesi ile aramızda hiçbir engel kalmayacaktı. Avusturya ise o sıralarda tüm gücüyle Kanije kalesine saldırmıştı. Geçmişte Tiryaki Hasan Paşa’nın efsanevi savunmasını şimdi de torunları yapacaktı. Başarılı da oldular. Tiryaki’nin emaneti düşmana verilmedi. Bu yenilgi karşısında ne yapacağını bilmez bir şekilde geriye çekilen Avusturyalılar, epey yorgun ve kuvvet kaybetmiş vaziyette genç sadrazamın kurduğu kapanda sıkışıp imha olmak üzereydiler. Avusturya ordusu artık direnemezdi.

Umutsuzluk, endişe ve korku tüm Avrupa’ya yayılmıştı. Almanlar ve Fransızlar bu durumu kabullenmek istemediler. Avusturya duvarı yıkılmamalıydı. Bu yüzden Avrupa’nın dört bir yanından Avusturya’ya askeri destek yağmaya başladı. Bu seferberlik Avrupa için şüphesiz yeni bir haçlı seferi olacaktı. Papalık da boş durmadı tabi. Çeşitli tarikatlar vasıtası ile halkı da bu amaçla örgütleyerek, Türk düşmanlığını harlamaya başladı. Fransa, Brandenburg, Saksonya, Baden, Bavyera, Münster, Almanya, Lehistan, Avusturya, Piyomente ve daha niceleri bu haçlı oluşumuna destek verdiler. Bu saydıklarımız arasında en güçlüsü tabi ki Fransa idi. Bu yüzden en büyük destek de Fransa tarafından teklif edildi. Ama Avusturya kralı I. Leopold büyük bir Fransız ordusunu kendi topraklarında görmeyi pek hoş karşılamadığından ancak 6000 civarında Fransa askeri yardımını kabul etti. Bu toplama orduya komutanlık eden anlı şanlı kontlar, dükler, generaller de Avusturya ya intikal etmeyi başardı. En büyük sorun bu toplama ordunun başkomutanı kim olacaktı? Yapılan görüşmeler sonunda devrin en büyük savaş stratejistlerinden olan, şanı tüm Avrupa’ya yayılmış, başarılı bir general olan İtalyan Raimondo Montecuccoli başkomutan tayin edildi.

Montecuccoli komutasındaki toplama haçlı ordusu Köprülü’nün 100 km’lik saldırı hattına doğru yaklaşmaya başladığında, genç sadrazam bunu haber alır almaz düşmanı karşılamak için ve bir meydan muharebesiyle bu son savunma kuvvetlerini de imha etmeye uygun bir alan aramaya başladı. Bu sırada Montecuccoli haçlı ordusuyla Magersdorf ile St. Gotthard kasabası istikametinde ilerlemeye başlamıştı ama iki ordu arasında Tuna nehrinin bir kolu olan Raba Nehri yer alıyordu. Orduların bir tanesinin bu nehri geçmesi gerekiyordu. Montecuccoli’nin acelesi yoktu çünkü o savunmada kalan taraftı. Burada atağı yapacak olan Köprülü olacaktı. Bu sebeple Montecuccoli St. Gotthard yakınlarında mevzilenerek bekleyişe geçti. Köprülü Fazıl Ahmet Paşa’nın Yanıkkale’ye gitmesi için muhakkak bu son savunma ordusunu da imha etmesi gerekiyordu yoksa iki ateş arasında kalabilirdi. Bu yüzden cesurca ileri atıldı ve Raba Nehri kıyısına geldi. Tam da bu sırada Avusturya elçileri ile yapılan barış müzakereleri olumlu seyretmiş ve Avusturya masada yenilgiyi kabul etmişti. Köprülü, bu antlaşma metnini yaklaşık 60 km geride yer alan Vasvar kasabasında imzalayıp Avusturya elçilerini Viyana’ya yollamıştı ama St. Gotthard’daki bu haçlı ordusunu da imha etmeden içi rahat etmeyecekti. Belki de Köprülü Fazıl Ahmet Paşa, Vasvar’da imzalan antlaşmanın bir hükmüne “Bu antlaşma iki taraf arasında karşılıklı imzalanana kadar Osmanlı ordusu askeri harekât yapabilir” maddesini de bunun için koydurdu. Kim bilir?

Raba nehri karşısında toplanan haçlı kuvvetlerini yok etmek için ordusunun bir kısmını savaş düzenine geçirdikten sonra nehri geçmek için nehre birtakım köprüler yapılması gerekiyordu. Çabucak bir takım seyyar köprüler inşa edilmeye başlandı ama Osmanlı ordusu bu kez de başka bir zorluk ile karşı karşıya geldi. Raba Nehri kısa süre önce başlayan şiddetli yağışlar ile yatağından taşmış ve akıntı hızı da artmıştı. Ordu mühendisleri bu zor koşullar altında dayanıklı köprüler yapmakta zorlanıyorlardı. Netice de birtakım köprüler yapılarak karşı tarafa asker sevkiyatı başlamıştı. Nehrin karşısında bizi bekleyen düşmanın deneyimli generali hata yapmak istemiyordu ve ordumuz savaş düzeni almadan saldırarak askerlerimizi nehir kenarında sıkıştırmak ve nehre dökmek istedi. Yaptığı saldırılar ile kısmen başarılı da oldu ama Osmanlı ordusu yavaş da olsa karşıya birliklerini geçirmeye devam ediyordu. Ama Köprülü Fazıl Ahmet Paşa’nın planladığı hızın gerisindeydi hiç şüphesiz. Raba Nehri’nin aşırı taşması bunun en büyük sebebiydi. Karşıya geçirilen az sayıda Osmanlı kuvvetlerinin başında Boşnak İsmail Paşa bulunuyordu. Düşman ordusunun kurt generali baskıyı iyiden iyiye artırınca nehir kenarında sıkışmaya başlayan Osmanlı ordusu çaresizce üzerine yapılan saldırıları püskürtmeye çalışıyordu. Nehrin diğer tarafında bekleyen Osmanlı askerleri ise heyecanla arkadaşlarının destansı mücadelesine hem destek vermek için ileri atılmak istiyorlar hem de bunu yapamadıkları için acı içerisinde üzgün bir şekilde çaresizce beklemek zorunda kaldıkları için kahroluyorlardı. Göz göre göre arkadaşları kalabalık düşmanın arasında sıkışıp kalmıştı. Ama buna rağmen Boşnak İsmail Paşa tarihte eşine az rastlanır bir huruç(yarma) harekâtı ile çemberden kurtulup düşman karargahına atılmış ve düşman ordusu kendi ordusunun 100 katı olmasına rağmen düşmanı geri çekilmeye zorlayacak hamleyi yapmayı başarmıştı. Tarihimizde ne yiğitler var değil mi?  Daha önce hiç adını dahi duymadığınız gerçek bir serdengeçti Boşnak İsmail Paşa. Düşmanı adeta şaşkına çeviren, bozulup geri çekilmesine sebep olan bu ani hamle başarıya ulaşamadı maalesef. Çünkü Boşnak İsmail Paşa nehrin diğer yakasından takviye alamadığı gibi emrindeki az sayıdaki yeniçeri ile Magersdorf kasabasında mahsur kalmıştı. Düşman kuvvetlerinin tecrübeli generali Montecuccoli yaşadığı bu sarsıntıdan sonra karşı hücum için tüm şartları zorladı ve bir kısım birliklerle buna muvaffak oldu. Magersdorf da sıkışan yeniçeriler son ferdine kadar, kanının son damlasına kadar kahramanca direnerek şehit oldular. Cennetin en büyük ordusuna bir avuç yiğit daha katıldı.

“Kahramanlar can verir

Yurdu yaşatmak için.”

Ruhları şad olsun…

Raba Nehri o gün büyük bir destana şahitlik yapıyordu. İki taraf da birbirine mutlak üstünlük kuramadı. Köprülü Fazıl Ahmet Paşa daha fazla zorlamak istemedi. Montecuccoli de hücum gücü olmadığından sabit kaldı. Netice de kısa süre önce imzalanan Vasvar Antlaşması’na razı olmak en mantıklısıydı.

1664 yılında imzalanan Vasvar Antlaşması Osmanlı tarihinde Avusturya’ya üstünlük kurduğumuz son antlaşma olarak tarihte yerini aldı. Şüphesiz bu başarının mimarı da Sadrazam Köprülü Fazıl Ahmet Paşa olacaktı.

Köprülü Fazıl Ahmet Paşa Avusturya seferi nihayetlendikten sonra 1645 de kuşatma altına alınan ama bir türlü fethedilemeyen Girit adasını fethetmek için derhal harekete geçti. Bir yıllık kuşatmadan sonra 1669 da büyük bir zafer kazanarak Girit’i de fethetti ve 24 yıllık kuşatma nihayet son buldu. 1672 yılında Lehistan üzerine sefere çıkarak Batı Ukrayna’da bir çok kaleyi fethederek Lehistan’a boyun eğdirmiş ve Bucaş Antlaşması’nı imzalatarak Avrupa’da en geniş sınırlara ulaşmamızı sağlayacaktı.

Lehistan dönüşü sağlığı bozulan paşa kısa sürede düştüğü hasalığın pençesinden kurtulamayarak 1676 yılında henüz 41 yaşında vefat etti. Hayatının en verimli çağında kaybettiğimiz Fazıl Ahmet Paşa hiç şüphesiz bugüne kadar o makama gelmiş en başarılı, liyakat sahibi sadrazamlardan biridir.

Türk milletine adanan ibret dolu bir ömür… Gerçek kahramanlar hiç bir zaman ölmezler.

Kalın sağlıcakla…

Yazar : Emrah ÖZTÜRK

Bir Yorum

  1. Hocam severek okuduğumuz bir yazı dizisi oldu. Kaleminize sağlık. Böyle hikayeleri bekliyoruz.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu