EdebiyatYazılar

Zühre Yıldızı

 

Yüzyıllar boyunca Anadolu coğrafyasında birçok medeniyet var olmuştur. Tüm bu medeniyetler birbiri üzerine inşa olduklarından bir önceki medeniyet bir sonrakinde mutlaka iz bırakmıştır. Anadolu kültürel anlamda bir aşure formatındadır. Nasıl ki o güzel lezzette nohuttan fıstığa buğdaydan tarçına birçok besin maddesi onun eşsiz aromasını bize sunuyorsa, Anadolu toprakları üzerinde yaşamış sayısız millet de bize bugünkü kültürel zenginliğimizi sunar. Bu muazzam birikim önce halkın içinden geçip sonra edebiyatta yer bulmuştur. Divan şiirine baktığımızda bu birikimden nasıl nasiplendiğini kendi gözlerimizle görmemiz mümkündür.

Divan şiirinde şairin dile getirdiği nerdeyse her şeyin arkasında bir anlam yatar. Bu anlam aslında var olan kültürün getirileridir. Anlamla kültürel gelenek arasında bir bağ vardır. Örneğin sihir ve büyü kelimelerini şiirde gördüğümüz zaman aklımıza hemen Hârût ile Mârût gelmektedir. Hârût ile Mârût, İran edebiyatı kaynaklı mitolojik bir anlatı  olarak kabul edilebilir. Anlatı şu şekildedir:

İdris Peygamber zamanında melekler insanların ne kadar çok günah işlediklerine bakıp “Ya Rab! Bize secde ettirdiğin insan günah içinde yüzüyor, buna nasıl tahammül ediyorsun?” derler. Allah onlara “Siz de onların yerinde olsaydınız aynı şeyleri yapardınız. Onlardaki nefs ve şehvet sizde olmadığı için böyle söylüyorsunuz.” der. Melekler “Haşa, biz onlar gibi yapmazdık.” derler. Allah melekleri imtihan etmek için aralarında en güvendikleri iki meleği seçmelerini ister. Meleklerin en üstünlerinden Hârût ile Mârût seçilir. Hârût ile Mârût yeryüzüne, Babil’e gönderilir. Melekler gündüzleri insanların davalarına bakar geceleri ise İsm-i Azam duası ile gökyüzüne yükselirler. Bir gün kocasından şikayetçi olan İranlı Zühre adlı bir kadın Hârût ile Mârût’a müracaat eder. Zühre çok güzel, alımlı ve çekici bir kadındır. Hârût ile Mârût’u fazlasıyla etkiler ve onlar da Zühre’ye vurulurlar. Zühre’den kâm almak isterler. Kadın onlardan ya içki içmelerini ya kocasını öldürmelerini ya da puta tapmalarını ister. İlk iki gün kabul etmezler ama üçüncü gün şartlarda sunulan en hafif günah olan içki içmeyi kabul ederler. İçki içince kadının kocasını da öldürürler puta da taparlar. Kadın onların sarhoşluk anında gökyüzüne çıkmak için okudukları İsm-i Azam duasını öğrenir ve göğe yükselir. Allah da kadını gökyüzündeki parlak bir yıldıza çevirir ve ibret olsun diye onu orada bırakır. İşte Zühre (Venüs ya da Çoban Yıldızı) bu kadın olur. Allah bu iki meleği cezalandırmak ister. Hârût ile Mârût, İdris Peygamber’e gidip şefaat dilerler. Allah da onlardan dünya azabı ile ahiret azabı arasında seçim yapmalarını ister. Dünyanın fani ahiretin ebedi olduğunu düşündüklerinden dünya azabını seçerler. Bunun üzerine Babil’de içi ateşle çevrili kuyuya baş aşağı asılırlar ve orada insanlarla sihir yolu ile iletişime geçerler. Kuyunun dibinde buluna suya ise asla erişemezler. Kendilerine gelen insanlara sihir ve büyü öğretirler ama bunu yapmanın günah olduğunu söylerler. Bir rivayete göre de kendilerine gelen bir insan onların dilleri sarkmış derileri kapkara hallerini görünce şaşkınlıkla “La İlahe İllallah.” der. Melekler bunu duyunca adama kimin ümmetinden olduğunu sorarlar. Adam da “Muhammed ümmetindenim.” der. Bu cevap ile Hârût ile Mârût “Çok şükür kıyamet yaklaştı, cezamızın bitmesi yakındır.” derler.

Bu anlatı sadece İran mitolojisinde değil bu coğrafyada ve yakın coğrafyalarda yaşamış Ermeni, Yahudi, Sümer, Akad, Mısır, Yunan, Arap vb. milletlerin ve kabul ettikleri İslamiyet, Hristiyanlık, Musevilik, Zerdüştlük vb. dinlerin anlatılarında da yer almıştır. Birbirinden farklı olan anlatılar vardır fakat hikayedeki isimler ve sembolize ettikleri şeyler çeşitli noktalarda birleşirler. Örneğin Kuran-i Kerim’de Hârût ile Mârût’un adinin geçtiği bir ayet vardır. Başka bir örnek ise Roma mitindeki Venüs ile Fars mitindeki Zühre aynı gezegendir. İkisi de kadınlığı, güzelliği sembolize eder ve Yunan mitindeki Afrodit ile doğrudan bağlantılıdır.

Üst üste binmiş kültürel birikim bu coğrafyanın son hakimi olan Türk milletinin edebiyatına mutlaka nüfuz etmiştir. Divan şiirine bakarsak sevgili ile âşık arasındaki olayları bu anlatıdaki unsurlarla süslemiş pek çok şair görebiliriz. Misal Zâtî’nin bir beytinde söyle geçer:

“İşigün koyup kimesne göke çıkmaz yapışub

Salsa zöhre yine ger gîsûların idüp resen”

(Ey sevgili! Zühre yıldızı kâkülünü urgan yapıp salsa da yine de kimse senin eşiğini bırakıp ona yapışarak göğe çıkmaz.)

Sevgiliye ait olan her şey gibi eşiği de pek kıymetlidir. Hârût ile Mârût gibi iki üstün meleği cezbedip günaha sürüklemiş bir kadın olan Zühre bile gökyüzünden saçını uzatıp âşığı davet etse sevgilinin kapısı terk edilmez.

Fuzûlî, Zâtî, Şeyh Galib, Necati Bey, Ahmedî ve bunlar gibi pek çok şairin bu konuyla ilgili beyinlerini sıralamak mümkündür. Velhasıl bu tür anlatı, masal, efsane, destan, mit, motif, mazmun vb. unsurlar ile taş misali birbiri üzerine eklenerek bina edilmiş kültür bütününün en üzerindeki unsur Türk şiiridir diyebiliriz. Aşure görünümlü kültür hazinesinin içinde kim bilir henüz keşfedilmemiş yahut gözümüzün önünde olup da fark etmediğimiz neler vardır. Keyifli okumalar dilerim.

Hilal Yücebaş

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu