Kültür - MedeniyetTarihToplumYazılar

Devlet Eliyle Batılılaşmak

Ülkemizde hem cumhuriyet yanlıları hem de karşıtlarının ağzından sıkça duyduğumuz bir cümledir “Cumhuriyet bizi Batılılaştırdı.” tezi. Bir kısım bunu övgü diğer bir kısım ise eleştiri olarak söylese de iki kesimin bir araya geldiği ortak noktalardan birisidir bu algı. Kimilerine göre cumhuriyet sayesinde batılılaşarak medeni dünyanın bir parçası haline geldik; kimilerine göre de kültürümüzden ve özümüzden günbegün uzaklaşarak batı özentisi kopya bir toplum olduk. Ama ne olduysak hepsini cumhuriyet sayesinde (veya yüzünden) olduk.

 

Aslında cumhuriyetin ilanının devlet politikası olarak batılılaşma hareketinin başlangıcı değil nihayete erişi olarak nitelendirilmesi daha doğru bir yaklaşım olacaktır. Çünkü Türkiye, cumhuriyetin ilanından yaklaşık 130 yıl önce; Fransız ihtilali arifesinde tahta çıkan III. Selim döneminden itibaren resmi olarak batılılaşma politikasını uygulamaya başlamıştı. Özellikle askeri ve devlet kurumları özelinde başlatılan reform ve yenileşme hareketleri II. Mahmut döneminde Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılması ile birlikte hız kazanmış, en nihayetinde 3 Kasım 1839 tarihinde Sultan Abdülmecit’in onayıyla ilan edilen Gülhane Hatt-ı Hümayun’u yani bilinen adıyla Tanzimat Fermanı ile resmen ilan edilmiştir.

 

Osmanlı İmparatorluğu’nun kendisini yenilemesi gerektiğini ilk kez devletin resmi olarak kabul ettiği belge olarak da tarihe geçen ferman ile birlikte batılılaşma algısı ve süreci doğru ve yanlışlarıyla adeta hiç sonlanmamak üzere başlamıştı. Böylesine büyük çaplı bir hareket elbette ki hem Osmanlı hem de dünya kamuoyunda oldukça geniş bir yankı uyandırmıştı. Avrupalı devletler tarafından memnuniyetle karşılanan ferman İmparatorluk içerisinde ise özellikle Müslüman ve Ortodoks nüfus tarafından ciddi tepkilere neden olmuştu. Geleneksel düzenlerin terkedilmesi ve yerine yeni, modern ve batılı modellerin uygulanması dönemin toplumunun da bir anda kabul edebileceği bir şey değildi. Yer yer protestolar hatta isyanlara neden olan batılılaşma hareketi dönem dönem kesintilere uğrasa da imparatorluğun dağılma sürecine kadar aralıklarla devam etmiştir. Birinci Dünya Savaşı’nın getirdiği ağır yıkım ve tahribatın sonucunda daha fazla ilerleme imkanı kalmayan imparatorluk düzeni ise son ve nihai reformunu gerçekleştirerek cumhuriyet sistemine geçmiş ve modernleşme hareketinin son büyük dönüşümü yaşanmıştır. Devletin bundan sonraki amacı yenilenmek değil, geçilen bu çağdaş düzeni daima koruyup ilerletmek üzerine kurulmuştur.

 

Görüldüğü üzere bugün bile devam eden batılılık-batılılaşma tartışmaları cumhuriyetin ilanı ile bir anda ortaya çıkmış bir fenomen değildir. Hatta tam tersine cumhuriyetin ilanı bu tartışmaların bitmesi gereken nokta idi. Çünkü değişim ve gelişim hayatın olmazsa olmaz şartlarından birisidir. Eğer Fatih Sultan Mehmet klasik Osmanlı savaş taktiklerini geliştirmeseydi belki de İstanbul daha uzun yıllar Osmanlı ilerleyişinin önündeki engel olarak kalacaktı. Kanuni Sultan Süleyman gelişime açık bir lider olmasa Mohaç’ı birkaç saat içerisinde kazanıp neredeyse bütün Doğu Avrupa’yı kısa sürede idaresi altına alamayacaktı.

 

Özellikle de dünyanın avuç içine bile sığdığı bu teknoloji çağında hala 200 yıllık tartışmalarda boğuşmanın ne ülkemize ne de toplumumuza hiçbir katkı sağlamayacağı gün gibi açıktır. Bizlere düşen ilim Çin’de de olsa, Londra’da da olsa almak geliştirmek ilerlemek ve ilerletmektir. Ecdadımıza hürmet etmenin de saygı duymanın da ve adlarını yaşatmanın da en iyi yolu budur…

Alperen Köse

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu