GündemYazılar

850 Yıl Sonra

Muzaffer kumandan kendinden ve askerinden emin adımlarla ilerliyordu. Kararlıydı; milletine ve devletine yapılan bütün kötülükleri engelleyecek, insanlarına en ufak bir zarar gelmesine ömrü yettiğince müsaade etmeyecekti. Düşman sayıca çok üstündü. Hatta kendisini yeryüzünden silebilecek kadar. Yapılacak en ufak bir hata bile bütün milletin yok oluşuna sebep olabilirdi. Bu yüzden yenilgi bir ihtimal bile olamazdı. Yalnızca iki olasılık vardı; zafer ya da ölüm. Bu düşünceler içindeyken bir askeri heyecanla, biraz da telaşla yanına koştu. “Efendim” dedi “düşman ordusu yaklaşık 200.000 kişi ile bize doğru yaklaşıyor.” Cevap gayet netti. ’’Biz de onlara yaklaşıyoruz…’’

Sultan Alparslan beyaz atının üzerinde Malazgirt ovasına doğru ilerlerken tarih ona nasıl bir sorumluluk yüklediyse yaklaşık 850 yıl sonra Bandırma Vapurunun güvertesinde Anadolu’nun durumunu gözden geçiren Mustafa Kemal’e de benzer bir sorumluluk yüklemişti. 600 senelik çınar Osmanlı İmparatorluğu yıllar içinde zayıflamış ve 20. yüzyılın başlarına ulaştığında eski ihtişamlı günlerini oldukça geride bırakmıştı. Kosovalar, Niğbolular, Mohaçlar geçmişin haşmetli günleri olarak hatıralarda kalmış; yerlerini Zentalar, Trablusgarplar ve Balkan bozgunları almıştı.

Yıllar içinde ardı ardına yaşanan yenilgi ve kayıplar neticesinde Osmanlı İmparatorluğunun sınırları batıda Trakya bölgesine, doğuda bugünkü Türkiye sınırlarına, güneyde ise Arap yarımadasına kadar gerilemişti. Bu şartlar altında son bir gayretle I. Dünya Savaşına katılan Devlet-i Aliyye savaş boyunca başarılı muharebeler çıkartmış olsa da hem müttefikleri Almanya ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun yenilgileri hem de kendi kaynaklarının tükenmesi sonucunda Mondros Ateşkes Antlaşması’nı imzalayarak savaştan mağlup ayrılmıştı. Artık elindeki son toprakların kontrolünü de neredeyse tamamen kaybetmişti.

İşte Mustafa Kemal bu şartlar altında Samsun’a doğru ilerliyordu. 9. Ordu Müfettişi olarak Samsun ve çevresindeki işgal karşıtı olayları durdurmak, halkın elindeki silahları toplayarak olayları yatıştırmak yani esareti reddeden Türkleri durdurmakla görevliydi. Ancak işin aslına bakıldığında mevcut durumu ilk reddedenlerden biri kendisiydi. Ne yenilgiyi ne de işgalleri hiçbir zaman kabullenmemiş, her an yeni bir mücadele için hazırlık içerisinde olmuştu. Samsun’a ulaştığında da gördüğü vaziyet farklı değildi. Halk her ne kadar bitkin ve çaresiz düşse de gencinden yaşlısına, rütbelisinden çiftçisine bu durumdan rahatsızdı. Evet belki devletimiz mağlup olmuş, ordularımız dağıtılmış hatta silah ve cephanelerine el konulmuştu ancak millet böyle bir esareti yaşamaktansa mücadeleye, en azından savaşırken ölmeye hazırdı. Yalnızca bir işaret, bir lider bekliyorlardı. Mustafa Kemal’in zaten tam olan inancı o gün azim ve kararlılığa büründü. Susmayacaklar, kabullenmeyeceklerdi. Anavatan düşmandan temizlenene, düşman geldiği yerlere gönderilene kadar savaşacaklardı. Ya istiklale kavuşacaklar ya da şehit olup toprağın altında dik bir şekilde yatacaklardı. Daha önce de başarmışlardı. Anafartalar’da boğazı aynı düşmana dar etmiş, Kut-ül Amare’de yenilmez ordularını esir almış, Galiçya’da destanlar yazmışlardı. Yine yapacaklardı. Anadolu gerekirse tekrar fethedilecek, sancaklar hak ettiği semaya tekrar özgürce yükselecekti. 19 Mayıs Türk tarihinin belki de en önemli dönüm noktalarından biri olarak kayıtlara böyle geçti.

Mustafa Kemal o gün Atatürk olma yolunda ilk adımını attı. Rütbesini, can güvenliğini hatta işgal altındaki İstanbul’da yaşayan ailesini bile bir tarafa bırakarak milletin başına geçti. Artık Türk milleti için iki alternatif vardı. Ya İstiklal Ya Ölüm…

Binlerce yıllık Türk tarihi boyunca I. Göktürk Kağanlığının yıkılıp, II. Göktürk (Kutluk) Kağanlığının kuruluşuna kadar geçen 50 senelik dönem dışında bağımsız ve teşkilatlı bir Türk devletinin bulunmadığı, Türk bayrağının özgürce dalgalanmadığı bir dönem yaşanmamıştır. Mustafa Kemal ve Türk milletinin 19 Mayıs’ta başlattığı “Milli Hareket” benzer bir dönemin belki de sonsuza kadar yaşanmasına engel oldu. Selam olsun göğsünü siper ederek vatanı ve milleti kurtaranlara, selam olsun “vatanını en çok seven görevini en iyi yapandır” düsturuyla Türk milletini bu günlere taşıyanlara, selam olsun dünü unutmadan yarın için çalışanlara ve selam olsun Türk adını gelecekte dünyaya en iyi şekilde duyuracak olanlara.

Alperen Köse

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu