
“Şeb-i yeldayı müneccimle muvakkit ne bilir
Mübtela-yı gama sor kim geceler kaç saat”
(Fuzuli)
(En uzun geceyi ne yıldız bilimciler ne de vakit tayin eden memurlar bilir. Gecelerin kaç saat olduğunu gama müptela olanlara.)
Eğer bir insanın derdi varsa ki bencileyin dertsiz insan yoktur, sığınacağı yegâne liman gece. Üzeri siyah bir örtüyle kaplı, yanında yakınında kendinden başkasının olmadığı bir vakit aralığıdır o. Kimi insan vardır gecenin yalnızlığıdır dert edindiği, kimi insan vardır dertleriyle yalnız kalabilmektir geceden beklediği. Her halde de gece ve dert yani beyitte ki “gam” kardeşlik içinde yaşar gider, ezelden ebede.
Üzerine çokça şiirler yazılmış bir vakit aralığıdır gece ve yılın her gününde uzar ve kısalır muvakkitlere göre. 21 aralık en uzun gecedir bunun aksi ise 21 hazirandır yine muvakkitlere göre. Gel gör ki gönlünde dert ola bir âdem böyle hesaba kitaba bakmaz, onun gecesinin uzunluğu derdi adedincedir, zaman mefhumu gönlüncedir.
Gecenin içinde hikmetler vardır derde ve gama dair. Gündüzü gül bahçesinde geçirsen, gece duyarsın acısını eline batan dikenlerin ve o acının verdiği sarhoşluk halidir gecenin uzunluğunu belirleyen. Ve tabi bir de var ki gamın gerçek müptelaları, onlar için seher vakti hiç gelmez, gece hiç bitmez bir diğer tabirle onların sarhoşluğu hiç geçmez. Çünkü o sarhoşluk üzüm suyu ile gelen sarhoşluk da değildir, “Biz sarhoşken üzüm henüz yaratılmamıştı.” diyen İbn-i Farıd’ın sarhoşluğu gibi. Bu ifade çok mu sıradanlaştı bilmem ama beyne değil gönle etkisi olan bir sarhoşluk. Dert ile gelen ve gitmeyen ki gitsin de istenmeyen bir haldir o.
Demiş ya Şah İsmail, Hataî mahlasıyla “Bir derdim var bin dermana değişmem.”. Bize böyle dertler lazım ama, biz dünya derdiyle düşmüşüz bu aralar gecenin koynuna, uykusuz geceler ya yari olmalı insanın ya da yar yüzünden olmalı uykusuz geceleri insanın. Yar dediysem de malum komşunun kızı değil, tabi komşunun kızını da gönlüne düşürmeye kadir olan gönlün esas sahibinden bahsediyorum.
Bilmem hatırlar mısınız Leyla ile Mecnun’u? Hani Mecnun çöllere düşüyor da önce kendini sonra Leyla’yı kaybediyor bir sonraki aşama zaten herkesçe malum. Bizim Mecnun kendini çöllere düşüren derdin de gerçek sahibini tanıyor. Fuzuli merhum yazmış biz okumuşuz yetmemiş başkaları da yazmış bunun üzerine. Biri kalkıp da sorarsa bana bu meseleye en güzel noktayı Neyzen Tevfik koymuş dörtlüğüyle, hiç evirip çevirmeden.
“Hicran destanını kendinden oku
Mecnun’dan duyup da rivayet etme.
Aşkın Leyla’sını gördünse söyle.
Söz temsili bulup hikayet etme.”
Uzun lafın kısası olmaz ama sözümün özü olsun, öyle bir dert edinmeli ki insan her gecesi şeb-i yelda olsa yetmez olmalı, öyle bir dert edinmeli ki insan o derdi artsın diye yakarmalı her gecenin karanlığında. Her dert insana hoşluk vermez, öyle bir dert edinmeli ki insan onun hoşluğu, sarhoşluğu hiç gitmesin o da aşk olsun vesselam.
Gelin biz bu yazıya derdinden kurtulsun diye dua etmeye Kabe’ye götürülen Mecnun’un dilinden son verelim. Biz de ondan rivayet edelim de belki derdi olanlara bir nebze olsun ilhamımız dokunur. E yüreği yeten de bir âmin der tabi.
“Yâ Rab bela-yı aşk ile kıl âşîna beni
Bir dem bela-yı aşktan etme cüdâ beni
Az eyleme inayetini ehl-i dertten
Yani ki çoh belâlara kıl müptelâ beni
Oldukça ben götürme belâdan iradetim
Ben isterim belâyı çü ister belâ beni
Gittikçe hüsnün eyle ziyâde nigârımın
Geldikçe derdine beter et müptelâ beni
Öyle zaîf kıl tenimi firkatinde kim
Vaslına mümkün ola yetürmek sabâ beni
Nahvet kılıp nasîb Fuzuli gibi bana
Yâ Rab mukayyed eyleme mutlak bana beni”
Günümüz Türkçesi ile:
Ya rab aşk belasına kıl aşina beni
Bir an bile ayrıma aşk belasından beni
Az eyleme yardımını dertlilerden
Yani ki çok belalara kıl müptela beni
Oldukça ben götürme beladan irademi
Çünkü ben belayı isterim belada beni
Gittikçe arttır sevgilimin güzelliğini
Geldikçe derdine beter et müptela beni
Onun ayrılığında öyle zayıflat ki beni
Sabah yeli ulaştırsın ona beni
Bana gurur verme Fuzuli gibi
Ya rab bana bırakma asla beni
Yazar : Furkan TANDOĞAN