EdebiyatYazılar

Bülbül ve İngiliz

Yazar : Hilal Yücebaş

Türk edebiyat tarihinde, edebiyatın ve şiirin şâha kalktığı, bahar coşkusu yaşadığı, en iyi, en sağlam, en coşkulu şiirlerin yazıldığı dönem eski Türk edebiyatı yani bilinen adıyla divan edebiyatı dönemidir. Hayal gücünün, imgelerin, doğanın, kelime oyunları ve çeşitli sanatların en iyi hali fikrimce bu dönemdedir. Divan edebiyatı uzun bir dönemi kapsar. Uzun dedik fakat tam anlamıyla ifade etmek gerekirse 12.-13. yüzyıllarda başlayıp 19. yüzyıla kadar devam etmiş bir dönemdir. Yalnız şunu da belirtmek isterim. Çoğu kitap ve kaynak bu kanaatimce şahane olan divan edebiyatı dönemini anlatırken ağız birliği yapmışçasına yüksek zümre edebiyatı, saray edebiyatı, havas edebiyatı gibi çeşitli isimlerle anmaktadır. Bu şekilde kullanılan isimler okuyucuda olumsuz ve bana kalırsa ötekileştiren bir intiba bırakmaktadır. Bu muazzam dönem yapılan olumsuz tanımlamalardan dolayı okuyucu tarafından henüz içeriği keşfedilmeden, daha yolun başında, insanlarda divan edebiyatına karşı soğukluk uyandırıyor. Biz ise yazımızda bu dönemi başka bir yönüyle ele alacağız.

Bahsettiğimiz dönem uzun bir dönem ve bunu besleyecek çeşitli birikime, malzemeye, unsurlara ihtiyaç var. Bu dönemde sıkça kullanılan ve günümüze değin gelen, asla eskimeyen, her edebiyat döneminde aşkı anlatmak için kullanılan yegâne motif “Gül ile Bülbül” motifidir. Bu motifin İran kaynaklı olduğu söylenmektedir ve Arap edebiyatında da kullanılmıştır. Coğrafya göz önüne alındığında olası bir durum olarak nitelendirilebilir. Fakat artık divan edebiyatının etkisini yitirdiği bu motiflerin küçümsendiği bir dönemde ünlü İngiliz şair Oscar Wilde tarafından ele alındı.

Biraz motif incelemesi yaparsak, gül edebiyatta ulaşılmaz, zalim, güzelliği ile dillere destan olan, her göreni hayran bırakan gönül çelen ama kimseye gönlünü vermeyen sevgilidir. Bülbül ise güle olan aşkından dolayı feryat figan bağıran, biçare, mazlum, gülü memnun etmek için çırpınan ama asla bir karşılık alamayan âşıktır. Her şair gül ile bülbül arasında bu sınırlar ve tanımlar etrafında, hayali bir olay kurgular ve şiirlerinde bunu kullanır. Fuzûlî motif etrafında kendi kurduğu hikayesini bir beyitte şöyle anlatmıştır.

“İçmek ister bülbülün kanın meger bir reng ile

Gül budağının mizacına gire kurtara su”

Fuzûlî

“Gül budağı meğer hile ile bülbülün kanını içmek istiyormuş. Suya söyleyin gülün mizacına göre hareket etsin de bülbülü kurtarsın.”    

Bu beyite kıyasla, Oscar Wilde’ın “Gül ile Bülbül” adlı hikayesinde olay kısaca şöyle geçiyor. Fakir bir genç çocuk okul balosu için bir kıza dans teklifinde bulunur. Kız da teklifi kabul etmek için bir şart koşar ve eğer ona kırmızı bir gül hediye ederse teklifini kabul edeceğini çocuğa söyler. Hikâyede mevsim kıştır ve gül bulmak imkansızdır. Buna rağmen genç çocuk dağ, bayır dolanır fakat hiç gül bulamaz. Çocuğun durumunu gören bazı hayvanlar ona acırlar ve dalları buz tutmuş gül fidanına gidip çocuğa yardım etmesini isterler. Fakat gül de tıpkı kız gibi bir şart koşar. Şiddetli soğuktan dolayı dallarının kırıldığını ve eğer bülbül ona kanını verirse iyileşip gül açacağını söyler. Bülbül sonunda sevgilisine kavuşacak olan aşık için teklifi kabul eder. Bülbül o gece göğsüne gülün dikenini dayar ve sabaha kadar aşk ile feryat figan ötmeye başlar. Sabah olduğunda ise gül fidanında eşsiz bir kırmızı gül açmıştır. Bülbül ise göğsünde gülün dikeni ile cansız bir şekilde yatmaktadır. Delikanlı sabah sevinç içinde kırmızı gülü dikkatle koparır ve sevdiği kıza koşar. Fakat kız oralı bile olmaz çünkü kendisine mücevherler hediye eden başka bir gencin teklifini çoktan kabul etmiştir bile. Delikanlı ise aşkın saçma bir şey olduğunu düşünüp ağlar ve gülü yere fırlatır. Gülün üzerinden ise bir otomobil geçer.

Oscar Wilde’ın hikayesinde yüzyıllardır bu motifle yere göğe sığdıramadığımız aşk, bir otomobil tekerleği altında son bulmaktadır. Oysaki bizim şairlerimiz de aşk bir nimettir.

“Aşk mıdır ki cân-ü dil mülkünü yağma eyleyen

Aşk mıdır sinem içre gelip de cân eyleyen”

Muhibbi

“Sevgilinin gönül varlığını yağma eyleyen aşk mıdır? Sonrasında cansız göğsümün içine gelişi ile bana tekrar can eyleyen aşk mıdır?”

“Aşk derdiyle hoşem el çek ilacumdan tabîb

Kılma dermân kim helâküm zehri dermândadır”

Fuzûlî

“Ey doktor! Aşk derdiyle hoşnutum, bana ilaç verme. Benim helak olmam senin derman olsun diye vereceğin zehrindendir.”

Kıssadan hisse divan edebiyatı geleneği ile yetişmemiş ve bu doğrultuda eser vermemiş, toplumumuzdan, yasam tarzımızdan, dinimizden, geleneğimizden uzak yabancı bir sanatçı bu motif ile aşka olan bakış açısını gösteriyor. Bizdeki örneklere bakarsak bakış açısındaki farkı görmek mümkündür fakat Fuzûlî’nin beytindeki anlamı, metninde kullanış şekline bir bakın. Genel itibari ile İngiliz şairin ve bizim gelenekteki bülbülün arasındaki fark şudur: Genç adam aşkına sahip çıkmaz ve pes eder ama bülbül bir umut gülü açarken görmek ümidiyle canından olmuştur. Sadece bununla bile aradaki zihniyet ve bakış acısının farkı görülebilir. Bununla birlikte İngiliz sanatçının kendisine kaynak olarak seçmiş olduğu birikim bugün eser vermek için başka edebiyatları parçalayan, onlardan feyz almak için didinen bugünün Türk edebiyat sanatçıları tarafından neden ihlal edilip göz ardı ediliyor? Kısacası Doğu’da bir cevher var bunu kimse inkâr edemez.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu