Bilim-TeknolojiYazılar

Uzayda Yaşamın Sırrı Kimyadan Geçer!

 

Bilim insanları, Güneş Sistemi’ne uzak yerlerde, farklı galaksilerde bulunan dış gezegenlerin yaşama elverişli olup olmadığını anlamak için farklı bilim alanlarını kullanıyor. Bu alanlardan biri de maddenin yapı taşlarına ve bunların arasındaki etkileşimlere ışık tutan kimya bilimi Astrokimyadır.

 

Astrokimya nedir? Ne yapar bu astrokimyacılar? Nerelerde, hangi koşullarda çalışırlar? Gelin birlikte öğrenelim.

Astrokimya, kimya, gezegen bilimi, kimyasal biyoloji, fizik, astronomi ve hesaplama bilimi alanlarını kapsayan bir bilim dalıdır. Yıldızlar, gezegenler, kuyruklu yıldızlar ve yıldızlar arası ortamlar için kimyasal bileşimleri ve süreçleri inceler. Atomların, moleküllerin, iyonların ve serbest radikallerin dünya atmosferi dışında nasıl etkileşime girdiğine bakarak, diğer gezegenler üzerindeki jeolojik süreçleri anlamamıza katkıda bulunur.

Astrokimyacılar, astronomik gözlemleri yorumlamak veya açıklamaya yönelik veriler üretmek, modeller için girdi verileri sağlamak ve çeşitli astrofizik çevrelerdeki büyük ve küçük moleküllerin oluşumu ve evrimi hakkındaki teorileri test etmek için deneysel ve bilgisayarlı laboratuvar çalışmalarını (kuantum kimyasal hesaplamaları dahil) gerçekleştirir.

Günümüzde incelemelerin çoğu bilgisayar başında gerçekleşmektedir. Gök bilimle ilgili alanlardaki birçok araştırmacı, zamanlarının çoğunu ofis ortamında geçirseler de yılda birkaç kez gözlem evlerine veya özel laboratuvar tesislerine gider. Birçok proje uluslararası iş birliği gerektirdiğinden, astrokimyayı bir kariyer olarak görmek isteyen kişiler seyahat etmeyi göz önünde bulundurmalıdır.

Yavaş yavaş dünyaya sığamayan insanoğlu uzay hakkındaki bilgilerini günden güne arttığından Astrokimya da çok hızlı ilerleyen bir disiplin haline gelmeye başladı.

Dünyaca bilimin kıymetini yavaş yavaş anladığımız bu günlerde çok şükür ki covid’den başka bir gündemimiz daha oldu. Marsa keşif için gönderilen uzay aracı Perseverance.

 

Peki biz insanoğlu bu Perseverance’yi neden yolladık, ne arıyoruz?

Science Advances dergisinde yayınlanan bir çalışma da yaşamın yapı taşlarını meydana getirmeye yetecek gezegen ısısı ve ışık koşullarının bileşimlerini ele aldıklarını dile getiriyorlar.

Yeryüzünde, bitkilerin enerji ürettikleri fotosentez süreci, karbondioksit molekülleri açısından zengin olan atmosferimizi, oksijen molekülleri açısından zengin bir atmosfere dönüştürdü. Zira, bitkiler karbondioksit ve suyu, güneş ışığı kullanarak besin ve oksijene dönüştürür.

Bu sebeple, özellikle de metanla birlikte bulunduğunda, moleküler oksijenin varlığı, (bitki ve bakteriler metan üretebildiği için) yaşamın varlığının da göstergesi olabilir. Karbon monoksit yokluğuna karşın karbondioksit ve metan bulunsaydı, bu da dış gezegenler açısından bir hayat belirtisi olabilirdi. Başka ihtimaller de olabilir; bilim insanları şimdiye kadar düşünmediğimiz yaşam belirtilerini tanımlamak için bütün küçük molekülleri gözden geçiriyor, sınıflandırıyor ve uygunluğunu inceliyor.  Elementler jeokimyasal benzerlikleriyle de gruplandırılmıştır: litofil (kaya seven) elementler, silikatları veya oksitleri (kayaların çoğunun bileşeni) oluşturmaya eğilimlidir. Siderofil (demir seven) elementler demir ile metal alaşımlarına chalcophile (kükürt seven) kükürt ile reaksiyona girerek sülfitler oluşturur. Atmofil elementler gaz oluşturur ve atmosferde bulunur. Bunlar gibi birçok element veya bileşik grupları aranılanlardan sadece birkaçı. Eğer tam olarak neyi arayacağımızı bilseydik, nereye bakmamız gerekirdi?  Tüm evreni yaşam için taramamız mümkün değil. Her seferinde ancak kısıtlı sayıdaki yerel sistemlere bakabiliyoruz. Önceliğimiz en büyük yaşam kaynağımız olan su ve uygun atmosfer koşulları.

Bu çalışmalar heyecan verici olsa bile, bir problemi tek bir gezegeni veya tek bir yaşam koşulunu baz alarak çözmenin çok zor olduğunu unutmamak gerekir. Şu an için Dünya, yaşam açısından sahip olduğumuz tek veri noktası. Eğer, gelecekte, yaşama ilişkin çok sayıda örnek bulursak, farklı yaşam teorilerinin iddialarını test etmek ve Dünya’da yaşamın nasıl ortaya çıktığını ve başka bir şekilde yaşam alanının mümkün olup olmadığı konularına ilişkin bilgi sahibi olabiliriz. Ama elbette, en şaşırtıcısı, Güneş sistemimizin dışında bir yerde hayatın varlığını keşfetmek olacak.

Bilimle daha nice keşifler yapmak dileğiyle diye bitirmeyeceğim. Bir ‘as bayrakları!’ haberiyle bitirmek istiyorum.

Mars’a giden uzay aracının tasarım sürecinde ülkemizden bir bilim insanının imzası olduğu ortaya çıktı. Perseverance’ın özel yan kamerasını Prof. Dr. Bertan Bakkaloğlu tasarladı.

53 yaşındaki Bakkaloğlu, Bursa Anadolu Lisesi’nden 1986 yılında mezun olduktan sonra Boğaziçi Üniversitesi’nin elektrik-elektronik mühendisliğini bitirmiş ve kariyer yolcuğuna ABD’de devam etmiş. Halen Arizona State Üniversitesi’nde görev yapmaktaymış.

Perseverance projesinin başkan yardımcısı Matt Wallace, “İlk kez kendimizi başka bir gezegene inerken çekilmiş yüksek çözünürlüklü bir videoda gördük” sözleriyle gururlandığımız Bertan hocamız geçen yıl da eyaletin en iyi öğretim üyesi seçilmiş.

Yurt dışındaki imkan ve donanımlara bir gün ülkemizin de kavuşabilmesi dileğiyle…

 

Berna YILDIZ

 

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu