TarihYazılar

Roma’nın Fethi

Bütün kiliselerin çanları hiç durmaksızın çalıyordu. İnsanlar bir yandan telaş içinde kiliselerde, sokaklarda ya da evlerinde dualar ediyor, bir yandan da habercilerden gelecek ufacık da olsa müjdeli bir haber bekliyorlardı. Çünkü eğer iyi haberler gelmezse bu kıyametin geldiği anlamına gelirdi. Deccalin ordusu Meryem Ana’nın kutsal şehrini yok ettikten sonra gözünü direkt Tanrı’nın evine dikmiş ilerliyordu. Türkler Yeni Roma yani Konstantinapolü ele geçirmelerinden yalnızca 27 yıl sonra Gerçek Roma’ya ilerlemeye başlamıştı. Tüm dualar da bunun içindi. Tanrı’ya bu kez evini vermemesi için dualar ederken güneyden gelen bir habercinin sesleri hem bütün çanları hem de duaları susturdu. Otranto düştü, Türkler İtalya’ya çıktı…

Osmanlı tahtının hayalini kurduğu günden beri Mehmet’in tek bir ideali vardı. Ataları gibi Anadolu ve Balkanlar’da söz sahibi olmak istemiyordu. O; Doğu’yu ve Batı’yı hakimiyeti altına alarak Dünya’yı tek bir merkezden yönetecek, bir Balkan devleti değil bir imparatorluk yaratacaktı. Adı her ne kadar İstanbul ile özdeşleşmişse de aslında onun için sadece bir başlangıçtı. Bu amaçla imkansız denilen Konstantiniyye’yi kuşatmış, bununla da yetinmeden hem Anadolu’yu hem de Balkanları köşe bucak gezerek topraklarına katmıştı. Nihayetinde 1480 yılına gelindiğinde Bulgaristan’dan Orta Anadolu’ya kadar aldığı mirası doğuda Doğu Anadolu’ya, batıda Bosna’ya kadar büyütmüş, Eflak, Boğdan ve Kırım’ı da kendisine bağlamıştı. Yaptığı bunca harekat ve fetih onu henüz hayattayken Dünya’nın gördüğü en büyük komutanlarından biri yapmaya yetmiş, Dünya’nın dört bir yanında hem gıpta hem hayranlık hem de düşmanlıkla anılmasını çoktan sağlamıştı. Ama Mehmet sadece şan ve ün peşinde koşan bir kabile reisi değildi. Bütün hamleleri planlıydı ve bir amaca hizmet ediyordu. Ve artık çevresinde kendisi ile baş edebilecek bir kuvvet kalmamıştı. Nihayet asıl hedefine yürüyebilirdi. Artık ellisine gelmişti. Sayamayacağı kadar seferi ve zaferi vardı ancak o en büyük seferinin emrini vermişti. Paşalarına bugüne kadarki en büyük, en zorlu ve en uzun seferleri için hazırlık emrini vermişti ancak bir eksik vardı. İstikamet neresiydi? Kendisine defalarca sordular, gidecekleri yeri bilmeden eksiksiz olarak hazır olamayacaklarını defalarca anlattılar ancak bir ipucu bile öğrenemediler. Büyük Sultan yalnızca her koşul ve her ihtimal için eksiksiz bir sefer hazırlığı istemişti.

Sultan Mehmet’in bu hazırlığı elbette ki bütün dünyanın dikkatini çekmişti. Olası iki hedefi tahmin ediliyordu. Ya Avrupa’nın kalbine yürüyecek ya da doğuda kendine denk bir güç bırakmayıp İslamiyet’in merkezini kontrol altına alarak kendisi için bir Doğu tehlikesi bırakmayacaktı. Ayrıca Sultan ordusunu da ikiye bölmüştü. Hem doğu hem de batı istikametlerine iki büyük ordugâh kurulmuştu. Yoksa Sultan iki hedefe de aynı anda mı ilerleyecekti? Böyle bir hareket bugüne kadar görülmemişti. Gerçi Mehmet hep beklenmeyenleri, görülmeyenleri gerçekleştirmişti ancak böylesine bir sefer onun için bile çok fazlaydı. Böylesine büyük bir risk göze alınamazdı. Ancak Sultana bırakın ulaşmak, yakın çevresine dahi temas etmek neredeyse imkansızdı. Nihayetinde büyük gün geldi ve Sultan Mehmet bir kez daha Topkapı Sarayından büyük bir alayla ayrılmıştı. Önemli olan nereye gideceğiydi. Herkes artık Roma’ya gideceğini düşünüyor, Hristiyanlığın merkezinin düşüşünün hayalini kuruyordu. Ancak o denizden Üsküdar’a geçti ve 3 Mayıs 1481 tarihine Hünkar Çayırındaki ordugahında şüpheli bir şekilde son nefesini verdi. Bu büyük seferin nereye olacağını sadece Büyük Türk biliyordu ve bu bilgi onunla birlikte tarihin bilinmezlikleri arasında kaldı.

Fatih’in Anadolu’ya geçmesi ve buradaki ordugahta ölmesi seferin Doğu’ya olacağına işaret gibi dursa da hem Papalık hem Osmanlı idaresi hatta günümüzde birçok tarihçi dahi asıl hedefin Roma olduğu konusunda ısrarını asla bırakmadı. Çünkü tam da 540 yıl önce bugün yani 11 Ağustos 1480 yılında Fatih’in ordusu İtalya’nın güneyindeki Otranto limanı ve kentini ele geçirmiş ve adeta buraya bir üs kurmuştu. Fatih gibi bir deha şüpheleri doğuya yönelterek denizden de rahatlıkla İtalya’ya çıkartma yapabilirdi. Hiç kimse onun bunu planlayamayacağını söyleyemez. Zaten eğer düşmanınızın bir hamleyi yapamayacağını düşünüp önlem almazsanız ona karşı 1-0 yenik başlamış olursunuz. Eğer rakibiniz Fatih gibi bir diplomasi ve taktik sanatçısı ise maç daha başlamadan kaybedilmiş demektir. İşte bu yüzden ne doğudaki ne de batıdaki düşmanları Fatih ölene kadar rahat bir uyku dahi uyuyamamışlar, ölümünün ardından ise hem gizli hem de açıktan rahat birer nefes alarak rahatlamışlardır.

Sakalının tek telinden dahi bildiklerini saklayan Fatih’in son büyük seferinin nereye olduğu bugün ancak teorilerden ibaret kalmış vaziyette. Böylesine büyük bir gizlilikle yürüttüğü politika ve stratejileri onu ölümünün üzerinden 5 asrı aşkın süre geçmesine rağmen halen daha dünyanın en gizemli şahsiyetlerinden birisi yapmaya devam ediyor. Pek tabi ki bu gizem kendisi için üretilen komplo teorileri ve şehir efsanelerinin oluşmasına da zemin hazırlıyor. Onun bütün dünya saraylarında üst düzey memuriyetlerde bulunan ajanlarından Müslüman bir ajanını Vatikan’da önce kardinal sonra da Papa yapma projesine kadar liste uzayıp gider. Seferin yönü belki muallakta ancak eğer hedefi doğu ise onun hayallerini torunu Yavuz Sultan Selim gerçekleştirmişti. Eğer Roma ise de belki İtalya tamamen Türk yönetimine girmedi ancak kendisinden sonra da uzun yıllar nefesini ensesinde hissettiği de aşikardır.

Alperen KÖSE

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu